Şube Başkanımız Fusun Sümer’in Beşiktaş Belediyesi ile ortak düzenlediğimiz“DEPREMİN AFETE DÖNÜŞMESİNİ ÖNLEYEBİLİRİZ”başlıklı panel konuşması.- 17 Ağustos 2022

Eklenme Tarihi: 18/08/2022


Marmara Depreminin 23. yıldönümünde kamu yönetimine bir kez daha sesleniyoruz:
Yaşanılır ve güvenli bir İstanbul için sorumluluğunuzu yerine getirin

• 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Marmara depreminde binlerce vatandaşımız hayatını kaybetti.
• Marmara ne ilk depremdi ne de son oldu. Deprem bir doğa olayı olarak varlığını her zaman hissettirdi ve hissettirecek.
• Deprem coğrafyamızın gerçeklerinden biri ve başlıca sorunlarımız arasında. İktidarlar ise bu gerçeğin ayırdına varmak ve gerekli önlemleri almakla yükümlü.
• 17 Ağustos 1999 depreminin 23. yıldönümünde yaşanılır ve güvenli bir kent yaratma hedefine ne yazık ki hâlâ ulaşılamadı.
• Ne İstanbul depreme hazır, ne de İstanbullular geleceğe güvenle bakabiliyor.
• 26 Eylül 2019 depremi ile İstanbul’un depreme hazır olmadığı, 1999 depreminden bu yana kayda değer mesafe alınamadığı bir kez daha anlaşılmıştır.
• Yeniden belirlenen ve sayıları çoğaltılan deprem toplanma alanlarının önceki dönemlerde olduğu gibi imara açılmaması sağlanmalı, kapasiteleri artırılmalı, altyapıları geliştirilmelidir.
• İstanbul’da yaklaşık 2 milyon bina bulunmaktadır. Bu binaların kayda değer kısmı ya yaşlıdır ya da güvenli değildir. Mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir.
• Kentsel dönüşüm projeleri derde deva olmamış, imar aflarıyla kaçak yapılar meşrulaştırılmış, kalıcı hale getirilmiştir.
• Yapı denetim sistemi amaçlanan işlevselliğe kavuşturulamadığı sürece birkaç on yıl içinde yenilenmiş yapılar için de mevcut sorunların misliyle karşı karşıya kalacağımız açıktır.
• Olası İstanbul depremine ilişkin öngörülen senaryoları unutmamak gerekir, çünkü iyimser senaryolar bile telafisi güç sonuçları işaret ediyor.
• Bir kez daha tekrarlıyoruz: İstanbul’un depreme hazırlanması, güvenli yapı üretiminin sağlanması, yapı güçlendirme çalışmalarının tamamlanması ulusal bir konudur. Bu nedenle ulusal seferberlik ilan edilmesi gerekiyor.

Panelimizde bir yandan İstanbul’un mevcut durumuyla ilgili tespit ve gözlemlerimizi paylaşırken diğer yandan neler yapılması gerektiğine dair önerilerimizi özetlemeye çalışacağız. Depremin yıldönümünde sorunlar ve çözüm önerileri ile karşınızdayız. Asıl olarak kamusal ve insani sorumluluğun gereğine uygun davranmayanların, İstanbul’u depreme hazırlamayanların, yapılarımızı güvenli hale getirmeyenlerin, bilim çevrelerinin, meslek örgütlerinin görüş ve önerilerini ısrarla görmezden gelenlerin sorumlusu olduğu bir tabloyla karşı karşıya olduğumuza dikkat çekmek istiyoruz.

Bize göre başlıca sorular şunlar: Önlem almak için kaç deprem görmek, kaç can kaybı yaşamak gerekiyor? Kamu yönetimi ne zaman harekete geçecek? Başta İstanbullular olmak üzere bütün vatandaşlarımızın geleceğe güvenle bakması ne zaman sağlanacak, vatandaşlarımız deprem tehlikesinin doğurduğu kaygıdan ne zaman kurtulacak? Başta yapı denetim sistemi olmak üzere ilgili mevzuat ne zaman sağlıklı bir işleyişe kavuşturulacak? Deprem bilincinin yerleştirilmesi ve geliştirilmesi için daha ne kadar beklenecek?

23 yıldır bu sorulara yanıt aranmamış, dolayısıyla sorunlar çözülememiştir. Biz inatla ve ısrarla mevcut durumun fotoğrafını çekmeye, sorunları tekrar tekrar sıralamaya, çözüm önerilerini kamuoyuyla paylaşmaya devam edeceğiz.

Meslek örgütümüz kurulduğu günden bu yana, yani 1954’ten günümüze depremi ve depremle ilgili konuları her zaman gündemine aldı. Yapı üretiminden, yapı denetimine, geoteknikten afet sonrası planlamaya kadar meslek alanına giren hemen her konuda görüş ve öneri oluşturdu, uluslararası katılıma açık bilimsel toplantılar düzenledi, üniversiteleri, bilim insanlarını, konunun uzmanlarını, uygulamacıları bir araya getirdi, tartışmaların çıktılarını kamuoyuyla ve kamu idareleriyle paylaştı.

Burada sorun bizim neler yaptığımızdan çok merkezi ve yerel yönetimlerin neler yapmadığı ve neden yapmadığıdır. Deprem konusuna temel yaklaşımlardan kentleşme politikalarına kadar karar erkinin yaklaşımıyla bizim yaklaşımımız arasında uçurum olduğunu biliyoruz. 1999 depreminden bugüne kadar Deprem Şurası kürsüsünden yapılan tartışmalardan yapı denetim sistemiyle ilgili tartışmalara, inşaat mühendislerinin yetkinleştirilmesine dönük uygulamaların engellemesinden güçlendirme çalışmalarının yetersizliğine, dere yataklarının imara açılmasından deprem toplanma alanlarının ve ulaşım güzergâhlarının yok edilmesine, yapı üretim sürecinde inşaat mühendislerinin etkisizleştirilmesinden kamusal denetim kanallarının daraltılmasına kadar hemen her konuda kamu yönetimi ile karşı karşıya geldiğimizin farkındayız. Farklılığın, teknik bir konu olmadığının bilinmesini isteriz. Farklılık kentlerin kimin için ve nasıl düzenleneceğine dair temel bir ayrıma işaret ediyor. Bir yanda kentleri insana, insanın temel ihtiyaçları arasında bulunan güvenli yaşam, barınma, ulaşım ve benzeri haklarına uygun düzenlenmesini talep eden bir yaklaşım bulunuyor. Diğer yanda ise kentsel rant yaratma hedefiyle düzenlemeleri gerçekleştiren bir anlayış var.

Kanal İstanbul projesi tam da sözünü ettiğimiz farkın vücut bulmuş hali. İstanbul için yıkım anlamına gelecek olan Kanal İstanbul kentsel rant yaratma hedefinin odak noktasında bulunan bir proje. İstanbul’un gerçek ihtiyacı nedir? Bu soruya dün olduğu gibi bugün de yanıtımız açık ve net. Kanal İstanbul için harcanacak tek bir kuruşumuz yoktur ve olmamalıdır. Bu kadim kentin ihtiyacı deprem tehlikesine göre düzenlemelerin yapılması, yapıların deprem güvenliğinin sağlanması, ulaşım yatırımlarının hayata geçirilmesi, doğayla uyumlu, sosyal ve sportif aktivitelere uygun mekânların çoğaltılması, ulaşım ve barınma sorununun çözümü doğrultusunda adımlar atılmasıdır. İstanbul’un güvenli ve yaşanabilir bir kent haline getirilmesi için gereken kaynakların bulunması ve bu amaç doğrultusunda kullanılmasıdır.

Anadolu coğrafyasında ilk kayıtlı ve yıkıcı deprem 526 yılında Antakya’da meydana geldi. Son yıkıcı depremin adresi ise İzmir oldu. Nüfusumuzun yüzde 70’ini barındıran 11 büyük kent ile büyük sanayi kuruluşlarımızın yüzde 75’i deprem bölgelerindedir. 17 Ağustos 1999’da merkez üssü Kocaeli/Gölcük olan 7,4 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. Merkez üssüne 100 kilometre uzak olmasına rağmen İstanbul depremden etkilendi. Kentimizde binden fazla yapı ağır hasar gördü, 50 yapı tamamen yıkıldı, 30 bin yapıda az ve orta hasar meydana geldi, bine yakın İstanbullu hayatını kaybetti. 17 Ağustos’tan üç ay sonra, 12 Kasım 1999’da merkez üssü Düzce olan bir başka deprem meydana geldi. Anadolu coğrafyasında şimdiye kadar sayısız yıkıcı deprem yaşanmasına rağmen Marmara depremi milat olarak kabul edilmişti.

Tutulmayan vaatler verildi ve acılardan ders alınmadı, güvenli yapı üretimi sağlanmadı ve kentler deprem tehlikesine göre düzenlenmedi. Eğer yapılsaydı bugün bambaşka konuları tartışıyor, yaşamı nasıl daha nitelikli hale getirilebileceğimize dair mesleki yaklaşımımızı kamuoyuyla paylaşıyor olurduk. Erzincan’dan ders alınmadığı için Lice, Lice’den ders alınmadığı için Dinar, Dinar’dan ders alınmadığı için Ceyhan, Ceyhan’dan ders alınmadığı için Marmara, Marmara’dan ders alınmadığı için Van, Van’dan ders alınmadığı için İzmir depremlerinin yıkımlarını yaşadık. Makûs talihimizi değiştirebilir miyiz? Elbette bu mümkündür. Bunu başaran ülkeler var mı? Elbette var. İlk akla gelenlerden biri de Japonya.

Yapılacaklar bellidir: Başta İstanbul olmak üzere rant çevreleri kentlerimizden elini çekecek, yapı denetim sistemi ihtiyaca göre düzenlenecek, mevcut kentleşme ve imar politikaları terk edilecek, yapılaşmaya uygun olmayan zeminler imara açılmayacak, müteahhitlik mevzuatında köklü değişiklikler gerçekleştirilecek, mühendislik eğitimi nitelikli hale getirilecek, mühendislik uygulamalarını denetleyecek kamusal kanallar oluşturulacak, deprem bilincinin oluşturulması müfredata dahil edilecek, güçlendirme çalışmaları için merkezi bütçeden pay ayrılacak. Özetle; bilim, fen, mühendislik disiplinleri rehber kabul edilecek. Bütün bunlar ülkemizin sahip olduğu potansiyel kaynaklar değerlendirilerek çözülebilecek sorunlardır. Yeter ki merkezi ve yerel yönetimler tercihini bu doğrultuda kullansın, insan hayatının kutsallığı karar ve tasarrufların belirleyicisi olsun.

İstanbul depremi ne zaman olacak?
Depremlerin ne zaman meydana geleceği tespit edilemiyor. Dolayısıyla depremin ne zaman olacağıyla ilgili popülist açıklamalardan ziyade depreme hazır olup olunmadığı sorusunu sormak gerekiyor.

Peki ya İstanbul depreme hazır mı? Ne yazık ki İstanbul depreme hazır değil. Elbette çabalar var, kısmi olsa da kamu yapılarında güçlendirme çalışmalarının yapıldığı, bazılarının yıkılarak yeniden inşa edildiği biliniyor. Ancak özellikle konut stoku değerlendirildiğinde başlı başına gelecek kaygısının odak noktasında olduğu ifade edilebilir.

Depremin sadece yapıların deprem güvenliği bağlamında ele alınmaması, beraberinde ulaşımdan iletişime, toplanma alanlarından nüfusun tahliyesine, sağlık hizmetlerinden güvenlik sorununa kadar geniş yelpazeye yayılmış konuların oluşturduğu bütünlüğün değerlendirilmesi gerekiyor. Hatırlayalım, 26 Eylül 2019 tarihinde İstanbul’da meydana gelen; 5,8 büyüklüğündeki depremde iletişim altyapısı çöktü, haberleşmek mümkün olmadı. Trafik kilitlendi, deprem sonrası ulaşım güzergâhlarının ve deprem toplanma alanlarının yetersizliği anlaşıldı. İstanbullar arasında panik hâkim oldu. Bir başka ifade ile 20 sene önce ne yaşanmışsa benzeri bir tablo ile karşı karşıya kalındı.

Eylül 2019 depreminin yıkıcı olmaması nedeniyle can güvenliğini doğrudan etkileyecek olan yapı stokunun mevcut durumu tartışma gündemine dahil olmadı. Ancak İstanbul’un depreme hazır olmadığı görüşü doğrudan ve ağırlıklı olarak yapı stokuyla ilgilidir. Kentimizin yapı stokuna bakmalı ve olası bir depremde bizleri nelerin beklediğini netleştirmeliyiz. Ne yazık ki İstanbul’da depreme maruz kalmadan dahi kendiliğinden yıkılabilecek çok sayıda yapı bulunuyor. Bu bir varsayım değil. Yaşanmışlıkla sabit. Hatırlarsanız, 6 Şubat 2019’da Kartal Sema Sokak’ta kendiliğinden çöken apartmanda 21 vatandaşımız hayatını kaybetti. Kaç binanın benzer durumda olduğu acilen tespit edilmeli.

Açıkçası kadim kentimiz İstanbul’da bulunan pek çok yapının deprem güvenliği yok. Bu durum olası bir depremde kaçınılmaz olarak bir faciaya yol açacaktır. Buradan bir kez daha sesleniyoruz: Hiç vakit kaybetmeden İstanbul’un bir bütün olarak depreme hazırlanması gerekiyor. Boşa geçirilecek bir saniye dahi yok. Depremin ne zaman olacağı bilinmiyor ama sonuçları aşağı yukarı tahmin edilebiliyor. İstanbul’u telafisi imkânsız büyük bir yıkım bekliyor.
Deprem toplanma alanlarının akıbetini sorarsanız?
Yapıların deprem güvenliği kadar önemli bir konuda afet sonrası nasıl bir tablo ile karşı karşıya kalınacağı. Bu noktada deprem toplanma alanlarının ve acil ulaşım yollarının durumu depremin sonuçlarının bir parça hafifletilmesine olanak sağlayabilir. 1999 depremlerinden sonra İstanbul için belirlenen 470 deprem toplanma alanından bir bölümünün başka amaçlar için kullanıldığı, aynı şekilde 562 acil ulaşım yolunun bir kısmının korunmadığı anlaşıldı. Özellikle deprem toplanma alanlarının AVM, toplu konut ve benzeri projeler için değerlendirilmesi, bazı yolların parklanmaya açılması, bazılarının otopark haline getirilmesi kamuoyunda ciddi bir tepkiye neden oldu.

Günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yeniden belirlenen deprem toplanma alanlarını kamuoyuna açıkladı. Açıklamaya göre, 859 toplanma alanı, 1.017 geçici barınma alanı olmak üzere toplam 1,876 alan belirlenmiş durumda ve bu alanların 21 milyon kişilik kapasitesi bulunuyor.Elbette bu konuda son birkaç yılda kat edilen olumlu mesafeyi dikkate alıyoruz. Ancak beraberinde deprem toplanma alanlarının üzerinde konteynır kentlerin kurulabileceği, elektrik, su, ısınma, duş, tuvalet gibi temel ihtiyaçların karşılanabileceği altyapıya sahip büyük ve geniş alanlar olarak tarif edildiğini, dolayısıyla okul bahçelerinin, parkların, boş arazilerin toplanma alanı olarak belirlenmesinin herhangi bir önemi bulunmadığını, dolgu bölgelerin toplanma alanı olarak belirlenmesinin güvenli olmayacağını belirtmek durumundayız.

Depremin yıkıcılığı azaltılabilir mi?
Bir doğa olayı olan depremi önlemek mümkün değil ancak yıkıcı etkisini azaltmak mümkün. İnşaat mühendisliği her zeminde ve her şart altında doğru projelendirme, nitelikli malzeme ve nitelikli uygulama ile güvenli, sağlıklı yapılar inşa edilebileceğini kanıtlamış bir meslek disiplinidir. Uygulamalar yapı denetimi ile desteklenmelidir.

Yapı denetimini sadece güvenli yapı bağlamında değerlendirmemek gerekir. Estetik ve garanti süreleri de dahil yapı üretim süreci bir bütün olarak ele alıp düzenlenmelidir. Güçlendirme çalışmaları mevcut yapıları güvenli hale getirmekle sınırlıdır. Ancak sağlıklı bir yapı denetimi kurulamazsa birkaç on yıl sonra yapı stoku alarm vermeye başlayacak, yeniden güçlendirmeler yapmak kaçınılmaz olacaktır.

Denebilir ki güçlendirme, yıkıp yeniden yapma ve benzeri çalışmalar bugünle ilgilidir ancak yapı denetimi geleceği kurtarmayı hedeflemekte, orta ve uzun vadede ortaya çıkması muhtemel sorunları bugünden çözmektedir. 4708 Sayılı Yapı Denetim Yasası’na dair değişiklikler istenen düzeyde gerçekleşmedi, zaaflarından arındırılmadı ve sorunlar varlığını sürdürüyor.

Mevcut yasa, yapı denetimini piyasa ilişkilerinin bir unsuru gibi tanımlıyor, denetim özel firmalar aracılığı ile yapılıyor, denetim firması denetlemekle yükümlü olduğu işverenle ticari ilişki kuruyor. Bu ilişkiden sağlıklı bir sonuç beklemek mümkün mü? Kamu yönetimi bu sürecin neresindedir? Öncelikle yapılan işin, yani yapı denetiminin kamusal içeriğe sahip olması gerektiğinden hareketle, kamu yararı ilkesi gözetilerek düzenlenmesi gerekmektedir ki bu noktada hem yasa hem de ilgili mevzuatın sorun ve zafiyet içerdiği aşikârdır. Kamu yönetimi üretim sürecini bir bütün halinde ele alarak, konuya sadece yapı denetim odaklı bakmamalı, planlama, projelendirme, üretim ve denetim aşamalarını kapsayacak şekilde bütün bir mevzuatı birbirini tamamlar ve destekler içeriğe kavuşturmalıdır.

Bütünün önemli parçası olarak yapı denetiminde firma-işveren ilişkisi yeniden tanımlanmalı, denetim ticari yanı belirleyici ilişkiye hapsedilmemeli, meslek odalarının da sürece katılımı sağlanarak katılımcı, kamucu bir sistem geliştirilmelidir. Üretim sürecinin bir diğer unsuru nitelikli mühendislik uygulamasıdır ki bu, güvenli yapı üretiminin sağlanmasında tartışmasız derecede önem arz etmektedir. İnşa sürecini denetleyen, yönlendiren, hata ve eksikliklere müdahale eden şantiye şefi inşaat mühendislerinin süreçteki rolü ne yazık ki önemsizleştirilmekte, varlığı imza ile sınırlandırılmakta, bir mühendisin birden çok şantiyeden sorumlu olabilmesi nedeniyle nitelikli üretim ve denetim işi zafiyete uğramaktadır.

Şu noktayı bir kez daha vurguluyoruz: Yapı Denetim Yasası, İmar Yasası, diğer ilgili yasa ve yönetmeliklerde sağlıklı ve işlevsel değişiklikler yapılmazsa, şantiye şefliği gereken düzeyde ele alınmaz ve her şantiyeye bir şef uygulaması hayata geçirilmezse, yapı denetim firmalarında çalışan mühendisler özlük hakları kamu garantisine kavuşturulmazsa güvenli yapı üretiminin sağlanması hayal olarak kalacaktır.

Evet biz kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü olarak kamusal yararı gözetmek, güvenli ve nitelikli yaşamı kurmakla mükellef sayıyoruz kendimizi. Bilimi, bilimsel yöntemi, mühendisliğin evrensel ilke ve kabullerini rehber alıyoruz. Bütün bunların ışığında uyarıyoruz: İstanbul olası bir depremde tahayyül sınırlarını aşan bir yıkımla karşı karşıya kalacaktır. Gelin henüz vakit varken önlem alın. Kentleri betonlaşmaya teslim ettiniz, betonu depreme dayanıklı yapmadınız, kentsel dönüşüm projelerini rant değeri yüksek bölgelerde yoğunlaştırdınız, güvenli ve sağlıklı barınma hakkının temel bir insan hakkı olduğunu unuttunuz, vaatlerinizi tutmadınız, deprem gerçeğine gözlerinizi kapattınız.

Sonuç olarak
Meslek örgütümüz başta güvenli yapı üretimi olmak üzere imar aflarının yapı stokunda yarattığı zafiyet, imar politikaları, kentsel dönüşüm projeleri, güçlendirme çalışmaları, afet sonrası çalışmalar, deprem bilincinin oluşturulması ve kitleselleştirilmesi gibi temel konularda bütünlüklü görüşe ve çözüm önerisine sahiptir. Çözüm önerilerimize; ulusal, uluslararası bilimsel-teknik toplantılarda gerçekleştirilen tartışmalarla ulaşıp, dönem dönem önerilerimizi kamuoyu ile paylaştık. Sadece kamuoyuyla paylaşmakla yetinmeyip, merkezi ve yerel yönetimler tarafından oluşturulan her zeminde bunları ifade edip, katılımcılığa açık her kanala girerek, katkı ve destek verdik, veriyoruz.

Hiç şüphe yok ki deprem gibi büyük bir felakete karşı ayakta kalmak, afeti en az hasarla atlatmak için merkezi yönetim, yerel yönetim, üniversiteler, ilgili meslek odaları ve vatandaş işbirliği şarttır. Bunu sağlayacak yegâne kurum merkezi yönetimdir. Biz inşaat mühendisleri olarak kentimize, ülkemize ve insanımıza her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu, mesleki bilgi birikimimizi İstanbul için kullanmakta tereddüt etmeyeceğimizi ilan ediyoruz. Çünkü bu ülkeyi, bu kenti, bu halkı seviyoruz.

TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası