Her Yönüyle Deprem Çalıştayı Ankara’da Gerçekleştirildi
Eklenme Tarihi: 13/11/2023
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi tarafından 11
Kasım 2023 tarihinde, İMO Teoman Öztürk Salonu'nda "Her Yönüyle Deprem
Çalıştayı" düzenlendi.
Çalıştayın açılış konuşmaları İMO Yönetim Kurulu Başkanı
Taner Yüzgeç ve Ankara Şube Başkanı Bülent Tatlı tarafından yapıldı. Açılış
konuşmalarının ardından oturumlara geçildi.
Moderatörlüğünü Ankara Şube Başkanı Bülent Tatlı’nın yaptığı
birinci oturumda Odamızın bölgede yaptığı çalışmalar Ankara Şube Yönetim Kurulu
Üyesi Cem Çetin tarafından aktarıldı. Depremden en çok etkilenen illerdeki İMO
temsilcilerinin depremin ilk gününden bugüne kadarki gelişmelerin anlatıldığı
sunumlar gerçekleştirildi.
Moderatörlüğü Adıyaman İSİAS Otel’deki arama kurtarma
faaliyetlerine de katılan KTMMOB İMO Başkanı Gürkan Yağcıoğlu tarafından yapılan
2. oturumda depremin ilk saatlerinden itibaren kayıpları ve adalet için
mücadele eden ailelerin anlatımları ile karşılaştıkları zorluklar gündem
edildi.
Prof. Dr. Erdem Canbay’ın başkanlığında gerçekleştirilen 3. oturumda
yaşadığımız depremi neden/sonuç bağlantıları ile irdelemenin yanı sıra nitelikli,
teknik ve bilimsel kurallar ışığında yapı tasarımı gündem edildi.
İMO Ankara Şubesi YK Üyesi, Hukukçu Anıl Şahin’in başkanlığında
4. oturumda hukuki çerçevede deprem öncesi sürecin değerlendirilmesi, özel
hukuk, ceza hukuku ve idare hukuku açısından kişilerin ve idarenin sorumluluğu,
deprem nedeniyle gerçekleşen kayıplara ilişkin hukuk ve ceza yargılaması
süreçleri ile meslektaşlarımızın sorumlulukları hakkında sunumlar yapıldı.
Çalıştay günü fuaye alanında "Göçen Sadece Binalar
mı?" başlıklı sergi yer aldı.
İMO Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç tarafından yapılan
konuşma
Değerli konuklar, kıymetli
meslektaşlarım,
Hepinizi Yönetim Kurulu adına
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle 6 Şubat Kahramanmaraş
Depremlerinde hayatını kaybeden on binlerce yurttaşımızın anısı önünde saygıyla
eğiliyor, tüm ülkeye İnşaat Mühendisleri Odası adına bir kez daha baş sağlığı
diliyorum.
6 Şubat Depremleri ve akabinden
gelen 20 Şubat Hatay Depreminden sonra Odamızın her biriminin ana gündem
maddesi deprem olmuştur. Ankara Şubemizin değerli yöneticilerine ve
emekçilerine de konun pek çok yönünün değerlendirileceği böylesi bir etkinlik
düzenlediği için teşekkürü bir borç biliyorum.
Ayrıca deprem bölgesinden kalkıp
gelen, yaşadıkları mağduriyetleri, sorunları ve verdikleri mücadeleyi bizimle
paylaşacak olan değerli katılımcılara ve yöneticilerimize, meselenin bilimsel,
teknik ve hukuki boyutlarını bize anlatacak değerli bilim insanlarına ve
meslektaşlarıma, Kıbrıs’tan gelip burada bilfiil kurtarma çalışmalarında görev
yapmış ve bizimle deneyimlerini paylaşacak olan Kıbrıs İnşaat Mühendisleri
Odası Başkanı sayın Gürkan Yağcıoğlu’na teşekkür ediyorum.
Değerli meslektaşlarım, değerli
konuklar
6 Şubat Depremleri gerçekten çok
büyük depremlerdi. 7.8 ve 7.6 büyüklüğündeki depremeler sadece büyüklükleri
açısından değil şiddeti, yıkıcılığı ve ivmeleri açısından da yer bilimcilerin,
sismologların beklentisini aşan depremler niteliğindeydi.
Kimilerine göre 3, kimilerine
göre 4 çok büyük depremin peş peşe yaşanması dünyadaki bilim insanları
açısından da şaşırtıcı oldu.
Dolayısıyla bu denli büyük ve
yaygın depremler karşısında kayıpları sıfıra indirmek belki mümkün
olmayabilirdi fakat böylesi dehşet verici bir tabloyla karşılaşmamız elbette ki
önlenebilirdi. Resmi rakamlara göre 50 binden fazla insanımız hayatını
kaybetti, yaklaşık 40 bin bina yıkıldı, 300 binden fazla bina ağır hasar aldı.
Maddi kaybın 100 milyar doların üzerinde olduğu tahmin ediliyor.
Ayrıca,
Deprem sonrası müdahale konusunda
da hepimiz yaşanan acziyete ve beceriksizliğe şahit olduk. Toplumun dayanışması
ve yaşanan felaket karşısında örgütlenme kabiliyeti ne acıdır ki devletin
önündeydi. Siyasi kaygıların, insani yardım ve dayanışmaların önüne geçtiğini
izledik. Afet müdahale planlarının sadece birer kağıt parçasından ibaret
olduğunu anladık.
Kuşkusuz ki afetler sonrasına
hazırlıklı bir devlet yapımız olsaydı, can kaybımız bu denli olmayacaktı. Afet
sonrası yaşanan dramlar bu denli içimizi acıtmayacaktı.
Değerli meslektaşlarım,
Aslında, afete müdahale konusunda
ne kadar kırılgan ve ciddiyetten uzak olduğumuzu son birkaç yıldır şahit
olduğumuz davranışlar ele vermişti. Daha üç yıl öncesinde meydana gelen İzmir
depreminde yıkımın sadece 6-7 bina ile sınırlı olmasına rağmen, koca kentin
nasıl saatlerce kilitlendiğini, enkazlara saatler sonra ulaşılabildiğini, bazı
hastanelerin ise hizmet veremediğini, hatta konusu ve uzmanlığı olmayan bir bakanın
enkazın üzerinden kameralara nasıl şov yaptığını, hep beraber görmüştük.
6 Şubat Depremlerinden sadece
aylar öncesinde, ülke genelini kapsayan bir deprem tatbikatının ne denli
eğlenceli bir gösteri olduğunu ve bu gösterinin önemli kahramanın ise bir İçişleri
Bakanı olduğunu kameralardan izlediğimizde kaygılarımız bir kat daha artmıştı. Nitekim
deprem sonrası medyaya düşen AFAD yöneticilerinin ciddiyetsizliğine dair
videolar, Afet Müdahalesinin neden yetersiz kaldığının da göstergesi oldu.
Sonuçta sadece AFAD değil tüm
devlet kurumları arasındaki koordinasyonsuzluk ile siyasallaşmış kadroların
süreci değil algıyı yönetmeye çalışması kendileri açısından siyasal getiri
sağlamış olsa bile, sosyal ve insani açıdan büyük yaralara sebebiyet vermiştir.
Değerli meslektaşlarım, değerli
konuklar,
Afet sonrası çalışmalar, kuşkusuz
afetin hemen akabinde yapılan arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve
acil barınma ihtiyaçlarını karşılamayla sınırlı değildir.
Geçici yerleşim alanlarının
kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, altyapısal hizmetlerin yani elektrik, su,
kanalizasyon, haberleşme ihtiyaçlarının karşılanması gibi çalışmalarda yetersiz
ve yanlış işlerin yapıldığını üzülerek izliyoruz. Aradan 9 ay geçmesine rağmen
eğitim, sağlık ve güvenlik ihtiyaçlarının da yeterince karşılanamıyor olması
bir başka gösterge olarak karşımıza çıkıyor.
Afet sonrasının ileriki
çalışmaları ise tam bir bilinmezlik içerisinde yürütülüyor veya yürütülüyormuş
gibi yapılıyor ne yazık ki. Bir yandan şehirlerin yeniden kurulması, yeni
yerleşim alanlarının oluşturulması, konut ve işyeri ihtiyacının karşılanması
konularında seçim öncesi verilen taahhütlerin rafa kaldırıldığı görülürken,
diğer yandan yapılan cılız çalışmaların da sağlıklı kentleşme ve güvenli
yapılaşma açısından (yer seçiminden inşa kalitesine kadar) endişe verici örneklerle
dolu olduğu görülüyor. Bu da yetmiyormuş gibi deprem bahane edilerek mülkiyet
hakkını da ortadan kaldıracak yeni düzenlemeler getiriliyor.
Değerli meslektaşlarım,
Şu ana kadar söylediklerim afet
sonrası çalışmalara ilişkin gözlemlediğimiz, ikaz ve itiraz ettiğimiz konuların
kısa bir özetidir. Ancak yaşanan depremin bir felakete dönüşmesinin esas nedeni
bu değildir. Deprem sonrası yaşanan ve hala devam etmekte olan beceriksizlik,
koordinasyonsuzluk olmasaydı bile, yani maddi ve manevi her yönüyle hazırlıklı
bir devlet yapısı olsaydı bile, böylesine yaygın bir yıkım karşısında çaresiz
kalabilirdi. İşte onların da sığındıkları durum bu ve “yüzyılın afeti” olarak
nitelendirmelerinin sebebi bu.
Evet, beklenmedik büyüklükte bir
depremin yaşandığı bir gerçektir. Ancak bu gerçek, başka gerçeklerin üstünü
örtmüyor. Afete hazırlığın temelini güvenli yapılaşma ve sağlıklı kentleşme
çalışmaları oluşturmaktadır. Bunlar yapılmadığı taktirde böylesine yaygın bir
yıkımın oluşmasının önüne geçilemiyor ve deprem sonrası müdahalenin altından
kalkmak mümkün olmuyor. İşte en büyük suç ve günah burada yatıyor.
Türkiye’deki 10 milyon yapının
%60’ının riskli olduğu biliniyor ve en yetkili ağızlar tarafından ifade
ediliyor olmasına rağmen bu yapılara güçlendirme, yenileme, dönüşüm şeklinde
müdahale etmiyorsanız yıkım ve kayıplara neden oluyor ve suç işliyorsunuz
demektir. Bu 6 milyon yapıya bırakın müdahale etmeyi, varlıklarını bile tespit
etmiyorsanız siz depremi ve diğer doğa olaylarını umursamıyorsunuz demektir.
Siz çıkardığınız planlarda riskli yapıları 2017 yılına kadar tespit edeceğinizi
taahhüt edip de, 2023’te daha nasıl yapacağınızı bile tartışıyorsanız, siz bu toplum
ile alay ediyorsunuz demektir.
Kimileri bu söylediklerime itiraz
edip, 2012 yılından bu yana, yani son 11 yılda yapılan kentsel dönüşüm
çalışmalarından bahsedebilir! Fakat TBMM’nin 6 Şubat Depremlerine ilişkin
çıkarmış olduğu Mayıs 2023 tarihli raporundan anlaşıldığı üzere son 11 yıl
içerisinde ülke genelinde sadece 238 bin civarında riskli yapıya “Kentsel
Dönüşüm” adı altında müdahale edilerek yenilenmesi sağlanmıştır. Yani 2012
yılından bu yana riskli olduğu düşünülen yapı miktarının sadece %3-4
civarındaki kısmı yenilenebilmiştir. Kaldı ki yapılan kentsel dönüşüm
uygulamalarının doğruluğu ve sağlıklılığı şüphe götürür niteliktedir.
Çünkü riskli yapı veya riskli bölge
tespiti yapılmadan gerçekleştirilen kentsel dönüşümler sadece ve sadece rantı yüksek
bölgelerle sınırlı kalmıştır. Rantsal dönüşüm öyle bir hal almıştır ki, çoğu
riskli bölgelerde yaprak bile kıpırdamazken, kıymetli bölgelerde rant
getirisinden faydalanmak için yeni binalar bile kitabına uydurulup yıkılıp
yeniden yapılmıştır. Son 12 yılda İstanbul’da riskli olduğu iddiasıyla
dönüştürülen bina oranı %13 civarında olmasına karşın yaratılan bağımsız bölüm
%85 artmıştır. Bu da rantla birlikte kentsel yoğunluğu artırmıştır. İstanbul’da
kentsel dönüşüm ile yaratılan rant değerinin 85 milyar dolar civarında olduğu
söylenmektedir. Bu rakam İstanbul’daki 600 bin civarında olduğu söylenen riskli
yapının güvenli hale getirilmesi için ihtiyaç duyulan finansmanın birkaç katı
büyüklüğündedir. Dolayısıyla kentsel dönüşüm adı altında deprem hazırlığı
yapıldığı iddiaları büyük oranda safsatadan başka bir şey değildir. Nitekim 6
Şubat Depremleri bunu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır.
Bugün siyasi iktidar sahipleri
ağız birliği yapmışçasına yapılarda güçlendirmeye karşı olduklarını dile
getirmektedirler. Evet, güçlendirme hassas bir iştir. Bilinçli ve bilgili
kişiler tarafından tasarlanıp uygulanması, bilinçli ve bilgili kişiler tarafından
denetlenmesi gerekir. Bunu sağlamak sanıldığı kadar zor bir durum değildir.
Yeter ki siyasi kadrolar bunun üzerinde kararlılıkla dursun. Çünkü güçlendirme
yeterli finans desteği ile çoğu binanın güvenliği için hem ekonomik hem de
hızlı bir çözümdür. Yine 6 Şubat Depremleri bunun pek çok olumlu örneği ile
doludur. Fakat güçlendirmenin en büyük sorunu rant getirisinin olmayışıdır.
İşte bu yüzden bugünün siyaset dünyası ve onların finansörü durumundaki
müteahhitlik sektörü güçlendirme alternatifini yok saymakta, mevcut kentsel
dönüşüm uygulamalarının önünü daha çok açacak ve insanların mülkiyet hakkını
rafa kaldıracak yasalar çıkarmaktadırlar.
Değerli meslektaşlarım,
Riskli yapı stokundan bahsettik.
Bu stokun neden oluştuğundan bahsetmek gerekir biraz da… Kuşkusuz en temelinde
yatan sebepleri, ülke içindeki kontrolsüz göç hareketleri, dengesiz büyüme ve
plansız kentleşme olarak sıralayabiliriz. Devletin en önemli görevlerinden biri
olan yurttaşlarının barınma ihtiyacını planlayamaması ve karşılayamaması sonucu
kontrolsüz bir yapılaşma düzeni on yıllar boyunca hakim olmuştur. Bunun sonucu
iktidarlar her birkaç yılda bir imar afları çıkarmak zorunda kalmıştır. En son
örneğinde olduğu gibi imar afları da teknik kontrollerden kaçırılarak devlet
açısından bir gelir kapısı haline sokulmuştur.
Ancak merak edilen soru şudur;
son 60 yılın eseri olan riskli yapı stoku neden yıllar içerisinde dönüşüp
azalmamaktadır? Her yıl 100 bin civarında yeni yapı üretilmektedir. Yoksa
bunların bir kısmı riskli yapı stokumuzu beslemekte midir?
Üzülerek söylemek zorundayım ki; evet!
Çünkü son 20 yılda
yaygınlaştırılan yapı denetim düzeni, kısmi iyileştirmeler getirse de sağlıksız
inşaat ve yapılaşma kültürünü değiştirmemiş, devletin sorumluluğunu üzerinden atacağı
mekanizmalar kurmuştur sadece. Yapı denetim sistemi, yapı üretim sürecinin en
temel ihtiyacı olan mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin gerçekten verilmesini
değil, mühendislerin, mimarların kağıt üzerinde sorumluluk almasını, bunu da
cüzi ücretler karşılığında yapmasını tasarlamıştır. Çünkü mühendislik mimarlık
hizmetleri maliyet artırıcı bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Sadece
ücretleri açısından değil gerek teknik gerekse imar açısından uygunsuz
imalatlara onay vermemesi de kâr kaybına sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla
fiilen inşaat süreçlerinin dışında tutulmaktadırlar. Kurulan yapı denetim
sistemi, yaratılan iklim buna hizmet etmektedir. Bu durum da siyasal
iktidarların bilgisi ve gözetimi altında gerçekleşmektedir.
Değerli meslektaşlarım,
Deprem tehdidine karşı güvenli
kentler ve yapılaşma oluşturmak kolay olmayan, karmaşık ve maliyetli
süreçlerdir. Fakat yapılamaz değildir. Üstelik
çok uzun zamana yayılmadan da gerçekleştirilebilir. Ancak bunun için tercihini
sermayeden, ranttan ve kar etmekten yana değil halkından ve ülkesinden yana
kullanacak kararlı bir anlayışa ihtiyaç vardır.
Değerli meslektaşlarım, değerli
konuklar,
Sözlerime son verirken sizlere
tarihteki bir depremden bahsetmek istiyorum. 1755 yılının 1 Kasım günü yani
Hıristiyanlar için önemli bir dini günde, Lizbon’un Atlas Okyanusuna doğru 200
kilometre açıklarında, 9 büyüklüğünde olduğu tahmin edilen bir deprem oldu.
Deprem ve arkasından gelen Tsunami dalgaları başta Portekiz olmak üzere İspanya,
İngiltere ve Fas’ı etkiledi. En ağır yıkım Lizbon’da gerçekleşti. Kaynaklara
göre 60 ila 100 bin civarında insan hayatını kaybetti.
Fakat bu deprem insanlık ve
uygarlık adına pek çok değişimleri tetikledi.
1-Deprem
sonrası müdahalede ordu ve devlet birimlerinin etkin kullanımın önemini
gösterdi.
2-Lizbon
şehri bir plan dahilinde yeniden inşa edildi. Halihazırda şehir planlamasının
öncüsü olarak nitelendirilmektedir.
3-Bundan
sonra oluşacak depremlerde yapıların yıkılmasını önlemek amacıyla taş duvarlar
ahşap çerçevelerle desteklenmeye başlandı. Deprem mühendisliğinin öncüsü olarak
kabul edilmektedir.
4-Fransız
Devriminin önemli düşünürlerinden olan Jean Jacques Rousseau yine Fransız
aydınlanmacısı Voltaire’e yazdığı mektupta
"Yaşadığımız acıların nedeni sadece jeolojik değildir. İnsanları
deprem değil, yoksulluk öldürüyor" diyerek sorunun sosyolojik boyutlarını dile
getirdi.
5-Her
ne kadar din adamları depremi Tanrısal sebeplerle izah etse bile, Voltaire ve
Kant gibi filozofların depremleri bilimsel temellere oturtma çabaları sayesinde
meselenin teolojik izahattan uzaklaşması o tarihten itibaren yaygınlaşmaya
başladı.
Değerli
meslektaşlarım,
6 Şubat
depremlerinin de ülkemizde köklü değişikliklere gidilmesinin önünü açması
dileğiyle sözlerimi bitiriyor, hepinize saygılar sunuyorum.
İMO Ankara Şube Başkanı Bülent Tatlı tarafından yapılan
konuşma.
Sayın İMO Başkanım, Kıbrıs İMO
başkanım, TMMOB 2. Başkanım, İMO yönetim kurulu üyelerim, şube başkanlarım ve
yöneticilerim, değerli hocalarım, saygıdeğer katılımcılar sizleri İMO Ankara
Şube Yönetim Kurulu adına saygı ile selamlıyorum ve Depremi enine boyuna
tartışacağımız çalıştayımıza hoş geldiniz.
Değerli katılımcılarımız 1999 yılında
Gölcük ve Düzce merkezli iki büyük deprem yaşadık. Bundan tam 24 yıl önce yine
binlerce bina yıkılmış, on binlerce insan hayatını yitirmişti. Yarın Düzce Depreminin
24. yıl dönümü o günden bu yana ülkemizde birçok yıkıcı deprem yaşadık ve yüzlerce
canımızı kaybettik. 1999’u milat kabul etmek üzere onlarca kanun standart ve
uygulama değişikliğine gidildi. Ancak ne kadar yol aldığımızı, neyi başarabildiğimizi
neyi başaramadığımızı maalesef dokuz ay önce 6 Şubat sabaha karşı saat 04:17’de
acı bir deneyimle gördük.
İnşaat Mühendisleri Odası 100 yıllık
Cumhuriyet tarihinin 70 yılında kazanmış olduğu birçok tecrübeyle gerek 1999
öncesi gerekse de sonrası birçok teknik değerlendirmenin yanında yanlış
uygulamaların düzeltilmesi açısından da uyarılarda bulunmuştur. İMO benimsemiş
olduğu toplumcu mühendis anlayışı çerçevesinde hiçbir meseleye dar meslekçi bir
bakış açısıyla yaklaşmamıştır. Her ne kadar inşaat terimi kaba ve içerisinde
insan barındırmayan bir kelime gibi gözükse de yaptığımız bütün çalışmaları
doğayla uyumlu ve tüm canlıların yaşam haklarına saygı gösteren bir anlayışla
devam ettirmekteyiz.
Aslında bugün “Her Yönüyle Deprem”
adıyla gerçekleştirmiş olduğumuz bu etkinliği de bu bakış açısıyla hazırlamaya
çalıştığımızı bilmenizi isteriz. Çünkü yıkılan sadece binalar değildi. 50.binin
üzerinde insanımız hayatını kaybederken arkalarında çok fazla yaşanmışlık, anı,
keder bıraktı ve milyonlarca insanımızın yaşantısı değişmek durumunda kaldı.
Bugün aramızda olmayan canlarımızın yakınları sadece adalet talep ediyor. Evet
adalet talebinde bulunan aileler bugün aramızdalar. 6 Şubat sabahı İnşaat Mühendisleri
Odası’nın bölgedeki temsilcileri de birer depremzede olarak uyandı. Geçtiğimiz
dokuz ay içinde bir taraftan kendi kayıplarıyla uğraşırken diğer taraftan
bölgedeki yanlış uygulamalara karşı mücadelelerin içerisinde bulundular. Bugün
onlarda aramızdalar. Bizi içinde bulunduğumuz bu karanlıktan çıkaracak depremi
afet olmaktan çıkaracak tek rehber bilimdir. Mevcut durumu irdeleyecek ve
tekrar yaşanmaması için teknik olarak neler yapmamız gerektiğini anlatacak
hocalarımız da aramızdalar. Her depremden sonra günah keçisi ilan edilmeye hazır
bir meslek grubu olmamız sebebiyle hukuksal çerçeveden bakacak olan hukukçu
meslektaşlarımız da aramızdalar tüm katılımcılarımızı ayrı ayrı selamlıyorum.
Mühendislik hizmetlerinde özellikle
yapı alanlarında hizmet veren teknik kadroların tecrübeleri kamu çıkarları
açısından son derece büyük bir önem taşımaktadır. Yetişmiş teknik personellerle
birlikte kaliteli uygulamaların artması halkın can ve mal güvenliğinin korunarak,
kaynakların doğru kullanılması açısından son derece önemlidir. Ancak geçmiş
yirmi yılda özellikle teknik personellerimiz ciddi bir değersizleştirme ile
karşı karşıya kaldı. Birçok kamu kurumunda teknik personelin karar süreçlerine
katılımı değil kararı nasıl alındığı her zaman soru işareti olan projelere imza
atmaları beklenmektedir. Kamunun her alanında eleştiren, tartışan, sorgulayan
değil onaylayan kadrolar oluşturulmaya çalışılmaktadır. Öyle ki; Anayasa Mahkemesi üyeleri dahi
Anayasal bir değerlendirme sebebiyle yargılanabilmektedirler. Bizim meslek
alanımız açısından da ifade etmek isterim ki; depreme karşı dirençli kentler
konusunda yapılması gerekenleri yapması gerekenler, neler yapılması gerektiğine
bu salondaki herkes kadar hakimler. Yapılması gerekenler meclis deprem
araştırma raporlarında ve Afad’ın Ulusal Deprem Strateji Eylem Planlarında çok
net bir şekilde ifade edilmektedir. Ancak bunların tamamı kağıt üzerinde
kalmaktadır. 2011 yılında hazırlanan bu plana göre büyük çoğunluğu 2017 yılında
tamamlanmak üzere 2023 yılına kadar tüm binaların envanter çalışmaları
tamamlanacak ve 2023 yılına kadar tüm yapılar depreme karşı dirençli hale
getirilecekti. Eğer bunlar yapılmış olsaydı en son yaşadığımız depremlerde
hayatını kaybeden on binlerce canımız hayatta olacaktı.
Değerli konuklar,
Konuşmanın çok fazla uzamaması
açısından Yapı Güvenliğini doğrudan ilgilendiren sadece dört madde üzerinde
durmak istiyorum.
Bunlardan ilki eğitim. Tabii ki
eğitim dediğimizde sadece inşaat mühendisliği eğitimini kastetmiyoruz. Eğitim,
AKP iktidarının tırnak içinde en başarılı olduğu alan. İktidar, 21 yıldır
reform adı altında sayısız değişiklik yaparak eğitimin var olan sorunlarını
çözme yerine yeni sorunlar oluşturdu. AKP, siyasal hedeflerine ulaşmak için
eğitimi, öğretmeni, veli ve öğrencileri feda etti. On yıllardır dile
getirdiğimiz nitelikli bir mühendislik eğitimi talebi bir yana bugün
bulunduğumuz sistem içerisinde temel matematik bilgisine dahi sahip olmayan
hatta tabi oldukları sınavlarda tek bir matematik doğrusu olmayan mühendislik
öğrencileri ile karşı karşıyayız. Böyle bir eğitim sistemi içerisinde mezun
olan bu öğrencileri mi yoksa bu sistemi bizlere dayatanları mı sorumlu
tutmalıyız.
İkinci madde yapım işlerinin
belkemiği proje alanı. Odamız tarafından 30 yılı aşkındır özenle çalıştığımız
yetkin mühendislik çalışmaları her seferinde iktidar eliyle baltalandı.
Niteliği sorgulanır eğitimlerle mezun olan meslektaşlarımız mezuniyetlerinin
ilk gününden itibaren sınırsız denilebilecek yetkilerle projelere imza
atabilmekler. Bizlerin talebi ise asli görevimiz olan üyelerimizin sicilinin ve
yetkinliklerinin takibinin meslek odaları eliyle yürütülebilmesiydi. Deprem
sonrası planlı alanlar imar yönetmeliğinde yapılan ve hiçbir bilimsel
değerlendirmeye tabi olmayan sınırlamalarla meslek odalarını devre dışı
bırakmaya çalışmışlardır. Meslek
alanımızda yalnızca meslek yaşına bakmak herhangi bir anlam ifade etmemekte,
mühendisin hangi alanda, hangi tip projelerde çalıştığı esas olarak önem arz
etmektedir. Mühendislik bilgi ve deneyim mesleğidir. Mühendislikte
yetkilendirme bu temel kriterlere göre yapılmak zorundadır. Meslek yaşı tek
başına deneyimin göstergesi değildir. Bilginin ise hiç değildir. Bilgi ve deneyimi ölçme/değerlendirme
yöntemleri mevcuttur ve bunların nasıl yapılacağı Odamız tarafından formüle
edilmiş ve hatta uygulanmıştır. Bakanlık meseleyi çözme niyetinde ise Meslek
Odalarını hasım gibi görme alışkanlığından vazgeçmelidir.
Mühendislikte nitelikli proje ve
tasarım hizmetlerinin üretilmesi ve bunun sürdürülebilir olması için sadece
Yetkin Mühendislerin meslek icrasında yetkilendirilmeleri yetmez. Bu alanda
istihdamın artırılması ve kalıcı olması bir o kadar önemlidir.’’
Üzerinde duracağım üçüncü madde ise
işin uygulama ve rant kısmı. Ülkemizde 330.000 müteahhit, 150.000 bakkal
bulunmaktadır. Ben bunu ülkemizde insana verilen değerin bir göstergesi
olarak algılıyorum. Teknik olarak hiçbir yeterliliği aranmayan bu meslek
grubu eliyle konut ihtiyacının çok büyük kısmı imal edildi. Buna rağmen son
yıllarda yüksek enflasyon, konut maliyetlerindeki artış, ekonomik yatırım
araçlarına güvensizlik gibi nedenlerle konut ve kira fiyatları kontrolsüz
biçimde artıyor. Ülkemizdeki Konut Krizi, konut arzının yetersizliğinden ya da
boş arsa bulunamamasından kaynaklanmıyor. Krizin temelinde konut üretiminin
yurttaşlarımızın ihtiyaçlarına göre planlanmaması, inşaat sektörünün sermaye
aktarımı mekanizmasına dönüştürülmesi ve konutların bir yatırım aracı olarak
belirli kesimlerin elinde toplanması gibi nedenler yatıyor. Siyasi iktidar
konut krizini çözmek istiyorsa, sorunu derinleştirmekten ve ülke kaynaklarını
heba etmekten başka bir işe yaramayan seçime odaklı rant projelerini bir yana
koymalı. Konut sorunu kamucu bir anlayışla ve uzun dönemli bir planlamayla ele
alınmalıdır.
Olayın teknik açısından bakacak olur
isek yetkili olması gereken şantiye şefleri ise Yönetmelik ile beş işe kadar
görevlendirildi. Yani yönetmelik aracılığıyla bir meslektaşımız beşe bölünerek
şantiye şefliği fiili olarak yapılamaz hale getirildi. Bu sebeple şantiye şeflinin
görevlerinden olan yapının fen ve tekniğe, ruhsat ve projesine göre uygun
olarak inşa edilmesi aşamaları askıya alınmıştır.
Son olarak yapı denetimini ele
alalım. 99 depreminden bu yana çeşitli değişikliklerle bir şekilde yürütülmeye
çalışılan bu faaliyet daha düne kadar patronunu denetleyen bir sistem olarak
devam etmekteydi. 2019 yılında olumlu bir adımla denetleyen ile denetlenen
arasındaki bu ticari bağ koparıldı. Ancak bu sistem içerisinde faaliyet
gösteren birçok meslektaşımız işini doğru yapmak istediğinde sıklıkla şiddete
varan tepkilerle karşılaşmaktadır. Tabi birde sistem içerisinde aktif ve pasif
çalışan durumları var ki bu da sistemin tekrar sorgulanması gerektiğini açıkça
göstermektedir. Yapı denetim işlerinin kamusal yönü arttırılmalıdır. Yapı
Denetim Sisteminde proje denetimi ve uygulama denetimi birbirinden ayrılmalı,
kamu bünyesinde ülke genelinde ihtiyaç duyulan yer ve miktarda idari özerkliğe
ve güvenceye sahip “Etüt ve Proje Denetim Birimleri” oluşturulmalıdır. Bu
birimler denetledikleri projelerin ölçek ve özelliklerine göre
sınıflandırılmalı ve yetkilendirilmelidir. Bu birimlerde ilgili tüm meslek
disiplinlerinin yeterli düzeyde istihdamı sağlanmalı, görev yapacak sorumlular Meslek
Odaları tarafından yetkilendirilmelidir.
Yapı Denetimde çalışan
meslektaşlarımız hem zorbalığa karşı hem de özlük hakları açısından güvenceye
alınmalıdır. Bugün bir yapı denetim firmasının aldığı ücret yapının maliyetinin
%1.5 i mertebelerindeyken, bir emlakçının satışından aldığı ücret giydirilmiş
bedelin %4’ü civarındadır. Yani bir dairenin yapım bedeli 1 milyon ise satış
bedeli 10 milyondur. Aradaki fark 20-30 kat kadardır. Bu sistemde sağlıklı bir
denetimin nasıl yapılabileceğini sizlerin takdirine bırakıyorum.
Şimdi bu binaların göçmesinin
sorumlusu İnşaat mühendisleriymiş gibi nasıl yıkıldığı dahi tespit edilemeden
hatanın nereden kaynaklandığı bilinmeden bir cadı avına dönüşen kendileri de
depremzede olan bölgede yaşayan meslektaşlarımız olmuştur ve olmaya devam
ediyor. Tabi ki hatası olan herkes hukuk önünde hesap vermelidirler. Ama imar
planlarını oluştururken bataklık diye tabir ettiğimiz alanları yani eski tarım
alanlarını 3 kuruşluk rant uğruna yapılaşmaya açarsanız, hem de çok katlı
yapılaşmaya.
Sonuç olarak oturduğumuz binalar eğer
yasal ise yani yapı kullanım izinleri var ise buradaki tüm sorumluğu devlet
almış demektir. Bir yurttaş oturduğu binanın sağlam mı değil mi diye bilmek
zorunda değil ona orada oturabilirsin iznini veren devlet bilmeli ve oraya
güvenli hale getirmelidir. Yani bir bina yıkıldıysa eğer kaçak diye tabir
ettiğimiz bir yapı değilse yasal ise buradaki tüm sorumluluk devlete aittir.
İmalatın başından bitimine sonrasındaki periyodik kontrollerinden hepsinden
devlet sorumludur.
Özetle matematik bilmeden mühendis,
bakkaldan kolay müteahhit olunabilen, şantiye şefliğini kâğıt üzerinde dayatıp,
onlarca teknik personelle çalışan yapı denetimleri firmalarını emlakçıların
altında konumlandıran oda yetmezmiş gibi bütün kanunsuz uygulamaları vatandaş
beyanı ile imar barışı altında yasallaştıran 6 şubat depremi olmasaydı yeni
imar affı eli kulağındaydı
Şimdi bu kadar kontrolsüz denetimsiz
bilimsel çalışmalardan uzak bir sistemde suçluyu nerede arayacağımızı siz
salondaki katılımcılara bırakıyorum.
Etkinliğimize katkı veren herkese ve
bu etkinliğe gelen siz değerli konuklarımıza tekrardan teşekkür ediyor
saygılarımı sunuyorum.
1. OTURUM
6 Şubat Kahramanmaraş Depremlerinde
İnşaat Mühendisleri Odası Bölge Temsilcileri
Moderatör: İMO Ankara Şube Başkanı Bülent TATLI
• İMO Hatay Şube Başkanı
İnal BÜYÜKAŞIK
• İMO Kahramanmaraş Temsilcisi Ökkeş Buğra DALKIRAN
• İMO Adıyaman Temsilcisi Tuncay KAYA
• İMO Ankara Şubesi YK Üyesi
Cem ÇETİN
2. OTURUM
Hukuksal Mücadele Veren Aileler
Moderatör: KTMMOB İMO Başkanı I Gürkan YAĞCIOĞLU
• Ezgi Apartmanı - Kahramanmaraş I
Nurgül GÖKSU
• Ebrar Sitesi - Kahramanmaraş I
Ayşenur ALTINTAŞ
• Fuat Koku Sitesi - Hatay
I Döne KAYA
• Tutar Yapı Sitesi - Adana
I Gülsüm ÖZDOĞRU
3. OTURUM
Depreme Bilimsel Bakış
Moderatör: Prof. Dr. Erdem CANBAY
Yapı Anabilim Dalı - ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı,
ODTÜ Deprem Araştırmaları Merkezi YK Üyesi
• Prof. Dr. Ahmet YAKUT
Yapı Anabilim Dalı - ODTÜ Deprem Araştırmaları Merkezi YK
Başkanı
• Prof. Dr. Bahadır Sadık BAKIR
Geoteknik Anabilim Dalı - ODTÜ İnşaat Mühendisliği Dal
Koordinatörü
• Doç. Dr. Özkan KALE
Yapı Anabilim Dalı - TED Üniversitesi İnşaat Mühendisliği,
Lisansüstü Programları Anabilim Dalı Başkanı
4. OTURUM
Hukuksal Süreç
Moderatör: İMO Ankara Şubesi YK Üyesi, Hukukçu I Anıl ŞAHİN
• Dr. İnş. Müh. Av. Levent MAZILIGÜNEY
• İnş. Müh. Arb. Av. Yavuz Selim TAŞKIN