“Ulaştırma ve Türkiye” Rapor Özeti
Eklenme Tarihi: 26/06/2024
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası tarafından
hazırlanan raporun tamamına erişmek için tıklayınız.
Giriş
Günümüzde toplumsal refahı sağlayacak güçlü
bir kalkınma için gerek mekânsal ve gerekse kurumsal anlamda dengeli ve
gelişmiş bir ulaşım altyapısı büyük önem taşımaktadır.
Kuşkusuz ülke ekonomisinin dinamizmi
ulaştırmanın aldığı biçim ile doğrudan ilişkilidir. Tüm dünyada ulaştırma
sistemlerinin koordineli ve kombine yapıda faaliyet göstermesi ekonomik gelişmenin
yadsınamaz bir unsuru olarak kabul edilmektedir.
Bu bağlamda; ulaştırma alt
sistemlerinin birbirine karşı üstünlüklerinin birbirini tamamlayacak şekilde
kullanılması ile meydana gelecek fayda ülke genelinde katma değer oluşumuna
büyük katkılar sağlayacaktır.
Bunun yanı sıra günümüzde ulaştırmanın tekil
olarak ele alınması bu alandaki gelişmeler göz önüne alındığında doğru bir
yaklaşım olarak görülmemektedir. Tarihsel süreç içerisinde birini, bir şeyi
veya bir hizmeti bir yerden bir yere aktarmak kadar, bu aktarım sürecini
tamamlayan birçok hizmet olduğu anlaşılmış ve bu bütünleyici hizmetlerin
ulaştırmaya eklemlenmesi ile de lojistik kavramı ortaya çıkmıştır. Türk Dil
Kurumu lojistik kavramını “kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere her türlü
ürünün, hizmetin ve bilgi akışının çıkış noktasından varış noktasına kadar
taşınmasının etkili ve verimli bir biçimde planlanması ve uygulanması” olarak
açıklamaktadır. Bu anlamda ulaştırmadan beklenen faydanın lojistik alanındaki
başarı ile artacağını söylemek mümkündür.
Bu bakış açısıyla bu çalışmada, ana
hatlarıyla ülkemizde ve dünyada ulaştırma ve lojistik, ülkemizde politika
belgelerinde ulaştırmanın nasıl yer aldığı ve makro perspektifte ulaşım
fonksiyonunu belirleyen değişkenler ele alınmış ve incelenmiştir.
1.
Ulaştırma ve Lojistik
1.1.Makro
Görünüm
Ulaştırma tarihi; insanoğlunun, başta atlar olmak üzere
evcilleştirdikleri hayvanları taşımacılıkta kullanmaya başladığı M.Ö. 7000
yıllarına kadar uzamaktadır. Tekerleğin icadı içinse insanlık 4 bin yıl daha
beklemek zorunda kalmıştır.
Antik Mısır’da Nil nehrinin ana ulaştırma
hattı olarak kullanıldığı, Yunan şehir devletleri zamanında, gemilerin, insan
ve malzeme taşımasında kullanılmak amacıyla dönüştürüldüğü bilinmektedir.
Lojistiği tanımlayabilecek en eski
faaliyetlerden birisi ise Mısır piramitlerinin yapılması için, ortalama ağırlığı
2,5 ton olan ve her bir piramit için gereken yaklaşık 2,5-3 milyon taşın 860 km
mesafedeki Aswan’dan, Gize’ye taşınması sürecidir.
Sonrasında lojistiğin askeri kökenli bir
kavram olarak geliştiği görülür. Uzun mesafelere gönderilen ordunun sefer
sırasında ihtiyaç duyacağı silah, cephane ile askerlerin başta beslenme olmak
üzere ihtiyaçlarının karşılanması için ulaştırma ve lojistik stratejileri ve
sistemleri geliştirilmiştir.
Endüstri Devrimi ve Fordist üretim sistemi ile
gelen kitlesel üretim anlayışı ile birlikte nüfus kente yönelmiş, bu da başta tarımsal
ürünler olmak üzere malların üretimi kadar tedarik ve dağıtım süreçlerinin de
önemini artırmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, orduların ana
kıtadan uzaklarda muharebeye girişmesi, lojistiğin değişimini hızlandırmış ve
bilimsel yönden zenginleştirmiştir. Savaş sonrasında ise lojistik faaliyetlerdeki
bu gelişmeler mal ticaretine kaymış ve ürünlerin fiziksel dağıtımı, ticari
işletmelerin esas olarak yoğunlaştığı lojistik faaliyet alanı haline gelmiştir.
Fiziksel dağıtım, 1950’lerde önemli bir
dönüşüm geçirerek, imalat işletmelerinde ayrı bir fonksiyon olarak ele alınmaya
başlamış, bu yolla satışların ve kârlılıkların artması lojistiği daha belirgin
hale getirmiştir.
1960’lara gelindiğinde, karayolunun ağırlığı
artmaya başlamış, fiziksel dağıtım başlığı altında depolama, malzeme işleme ve
taşımacılık faaliyetleri beraberce değerlendirilir hale gelmiştir.
1970’lerde bilgisayarların kullanılması ile
lojistik, depolama ve taşımacılık planlamasında optimizasyon sağlanarak büyük
atılım sağlanmıştır.
İnternetin yaygınlaşması; ulaşılabilirliği
artırırken bir yandan da mal ve hizmet talebinin patlamasına yol açmıştır. E-ticaret,
küresel çapta bireylerin ve kurumların alışveriş tercihlerinin çeşitlenmesine
ve ticaretin şeklinin değişmesine yol açmıştır.
1.2.Ulaştırma Talep Fonksiyonu
Ulaştırma sektörü, ekonomik büyüme açısından büyük
önem taşımaktadır. Küresel düzeyde kaynakların dağılımı, uluslararası
bağlantılar ve bu bağlantıların sürekliliği, yerleşim birimlerinin lojistiği
vb. büyümeyi doğrudan etkileyen birçok değişken ulaştırma sektörü ile
şekillenmektedir.
Ulaştırma talebini tanımlayabilmek için
öncelikle küresel ölçekte nüfus ve gelir projeksiyonlarına bakmak gerekir.
Dünya nüfusu 7,9 milyara ulaşmış durumdadır.
Birleşmiş Milletler çalışmalarında nüfusun 2030 yılında 8,6 milyara, 2050
yılında ise 9,8 milyara ulaşacağı öngörülmektedir. Bu nüfusun %54’ü şehirlerde
yaşarken, önümüzdeki yirmi yıl içerisinde 10 kadar nüfusu 10 milyonu aşan yeni
metropolün oluşacağı ve bunun sonucu olarak da 2050 yılında bu oranın %68’e
ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Dünya Bankası istatistikleri Dünyanın yıllık
GSYİH’sinin 2020 itibariyle yaklaşık 90 trilyon $’a ulaştığını göstermektedir.
Pandemi sonrasında Dünya ekonomisinin
toparlanma eğilimine gireceği ve 2050 yılına kadar Dünya GSYİH’sinin ortalama
%3 oranında artacağı öngörülmektedir.
2019 itibariyle yaklaşık 45 trilyon yolcu-km olan
şehirlerarası yolcu taşımalarının 2050 yılında üç katına çıkabileceği, %45’e
varan OECD ülkeleri payının ise 2050’de %25’e kadar gerileyeceği; 100 trilyon
ton-km düzeyindeki yük taşımalarının 2030 yılında yaklaşık 180, 2050 yılında
ise 350 trilyon ton-km’ye ulaşacağı öngörülmektedir.
2020 yılındaki küresel hasıla daralması, salgının
başladığı dönemdeki tahminlerden bir miktar daha zayıf olmuş ve yüzde 3,3
seviyesinde gerçekleşmiştir.
2018
yılında 19,5 trilyon $’a ulaşan küresel mal ticareti, 2019 yılında yaklaşık %3,
2020 yılında ise pandemi öncesine göre %10 civarında daralmıştır.
UNCTAD 2021 yılında küresel ticaret hacminin;
22,3 trilyon $’ının mal, 6 trilyon $’ının hizmet ticareti olmak üzere 28,3
trilyon $’a ulaştığını hesaplamaktadır.
Pandemi süreci içerisinde ertelenmiş talebin,
kısıtlamaların azalmasıyla birlikte ekonomik aktivite üzerinde artırıcı bir
etki yarattığı ve bu durum sonrasında küresel ticarette yüksek düzeylerde artış
yaşandığı görülmektedir. Ancak, ticaret savaşları ve çok taraflı ticaret
sistemindeki mevcut zorluklar göz önüne alındığında, salgına yönelik önlemlerin
ticareti kısıtlama riski bulunmaktadır.
Ulaştırma
ve lojistik sektörlerini de yakından ilgilendiren bir diğer önemli gelişme;
Avrupa Komisyonunun 2019 yılının sonunda açıkladığı Avrupa Yeşil Mutabakatı
çerçevesinde çevreye yönelik yeni planıdır. Bu kapsamda, Avrupa
Birliği; 2030'a kadar karbon
emisyonunun 1990 seviyelerinin %55 altına çekilmesini, 2050 yılında ise sıfır
karbon emisyonu hedefi ile kıtanın karbon-nötr bir alan olmasını
amaçlamaktadır.
Avrupa
Yeşil Mutabakatı Avrupa kıtası ile sınırlı kalmayacak, doğası gereği küresel
bir sorun olan iklim değişikliğine yönelik atılacak adımlarda AB'nin ticari
ortakları ve komşuları da bu planda öngörülen tedbirlerden doğrudan doğruya
etkilenecektir. Etkilenecek sektörlerden birisi de sera gazı emisyonunda önemli
paya sahip taşımacılık ve lojistik sektörleridir.
Taşımacılık
ve lojistik sektörünün 2030 yılına kadar elektrifikasyon, gelişmiş biyoyakıtlar
veya diğer sürdürülebilir alternatifler gibi yenilenebilir ve düşük karbonlu
yakıtların kullanımı yoluyla yenilenebilir enerji payını yaklaşık %24'e
çıkarması gerekmektedir.
2. Türkiye’de Ulaştırma
Günümüzde birçok ülkede olduğu gibi
Türkiye’de de ulaşım türleri arasında dengesizlikler ortaya çıkmıştır. Karayolu
ulaşımı gerek yük gerekse yolcu taşımacılığında bariz biçimde önde yer
almaktadır.
Bu durum güçlü bir ulaştırma politikasının var
olmadığına işaret etmektedir. Piyasaya terk edildiği gözlenen ulaştırma
sektörünün gerek yolcu ulaşımında ve gerekse yük taşımacılığında çıkış-varış
noktası arasında aktarmasız ulaşım olanağı vermesi, güzergâh seçiminde esneklik
sağlaması vb. nedenlerle karayoluna artan oranda mahkûm hale geldiği
görülmektedir.
Son 20 yılın doğru bir şekilde irdelenebilmesi
için politika belgelerinde ulaştırmaya yönelik öngörülen hedeflerin
belirlenmesi faydalı olacaktır.
2000’li yılların ilk yarısı boyunca ağırlıklı
olarak, Türkiye’de daha önceden belirlenmiş ve çalışmaları başlamış projelerin
sürdürüldüğü ancak kimi projelerin aslında plan bütünselliğinden uzakta ve
kavramsal kargaşaya neden olacak şekilde dönüştürülmeye çalışıldığı
görülmektedir.
Türkiye lojistik sektörünün büyüklüğüne dair
yapılan varsayımlarda vergi ve sübvansiyonlar hariç GSYH içerisindeki payının
%12’lere kadar çıktığı ancak uzun süredir %10’lar düzeyinde seyrettiği
görülmektedir. Türkiye’nin lojistik büyüklüğü 2020 itibariyle yaklaşık 400
milyar TL’dir.
Ulaştırma ve Haberleşme Sektörü yurt dışı
kaynaklı yatırımlar için cazibe arz eden bir sektördür. 2011-2021 arasındaki dönemde toplam yatırım
miktarı 6 milyar $’ı aşmış durumdadır.
Türkiye'ye gelen doğrudan yabancı yatırım 2021
yılında 7,6 milyar $ olarak gerçekleşmiştir. 2021 yılı doğrudan sermaye
yatırımlarının araç imalatı da dahil %8,4’ü ulaştırma ve depolama sektöründe
gerçekleşmiştir.
Değerlendirme
Günümüzde ulaşım ve lojistik talebi hızla
artarak; bir yandan kombine taşımacılık çözümlerini bir yandan da yeni
uluslararası ticaret yollarını gündeme taşımıştır.
Bu genel perspektif içerisinde Türkiye; üç
kıtanın birbirine yaklaştığı, tarihi bakımdan önemli ticaret ve ulaşım
koridorları üzerinde ve hem karayolu hem de demiryolu ile yapılacak kesintisiz
taşımacılık için doğal bir köprü konumunda bulunmaktadır.
Üretim alanları olarak öne çıkan doğu ülkeleri
ile bu ülkelerde üretilen malların temel pazarları konumunda yer alan batı
ülkeleri arasında yer alması; Türkiye’nin transit taşımacılığa da vermesi
gereken önemi vurgular niteliktedir.
Bu anlamda hayata geçirilmeye çalışılan;
Pan-Avrupa, Trans-Avrupa Ulaşım Şebekesi ( TEN-T), Avrupa Kafkasya Asya
Ulaştırma Koridoru (TRACECA), Viking Treni, Kuşak ve Yol Girişimi vb. birçok
uluslararası taşımacılık koridoru girişimleri dikkatle incelenmeli ve
izlenmelidir.
Türkiye’nin bu koridorlar üzerinde söz sahibi
olabilmesi için coğrafi avantajın yanı sıra söz konusu coğrafi avantajı en üst
seviyede kullanmasını sağlayacak hem fiziki hem de hukuki anlamda güçlü bir
ulaştırma altyapısının gerekliliği göz önünde bulundurulmalıdır.
Türkiye’nin
ulaştırma sektörüne ilişkin temel strateji belgeleri incelendiğinde ortaya
çıkan en önemli gerçek, belirlenen hedefler ile gerçekleşmeler arasındaki
uçurumdur. Bu da her yeni çalışmada hedeflerin değiştirilmesine ve belgelerin
kağıt üzerinde sayılar mezarlığına dönmesine neden olmuştur. Bu alanda
yapılacak altyapı yatırımlarını ulaştırma sektörünün gereklilikleri yerine
sermaye aktarımının bir aracı olarak düşünen anlayış bunun temel nedenini
oluşturmaktadır. Bu anlayışla ve bu amaca yönelik olarak ulaştırma sektörü,
tarım ve sanayi gibi ekonominin diğer tüm alanlarını kesen özelliği göz ardı
edilerek tekil bir alan olarak ele alınmış, bütüncüllükten uzak planlarla yatırım
ve uygulamalar hayata geçirilmiştir.
Ancak,
etkileyen ve etkilenen özelliği ile ulaştırma sektörünün bundan sonrasında da
önem ve ağırlığını arttırmaya devam edeceğini söylemek mümkündür. Bununla
birlikte, bu alana bütüncül bir yaklaşımla ele alınarak oluşturulacak planlarla
müdahale edilmesi, sağlanacak faydanın ençoklaştırılması
ve toplumsallaştırılması anlamında ülkemiz açısından da özel önem arz
etmektedir.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası tarafından
hazırlanan raporun tamamına erişmek için tıklayınız.