MARMARA DEPREMİNİN 13. YILINDA ÇÖZÜMSÜZLÜK HALEN SÜRMEKTE!!
17 Ağustos 1999 Marmara depreminde yaşadığımız acıları tekrar yaşamamak ve önlem almak için genel merkezimiz ve şubemizde dahil olmak üzere tüm şubeler eş zamanlı basın açıklaması düzenledi.
Eklenme Tarihi: 16/10/2012
MARMARA DEPREMİNİN 13. YILINDA ÇÖZÜMSÜZLÜK HALEN SÜRMEKTE!!
Yirmi bine yakın insanımızın ölümüne, bölgedeki birçok kentimizin harap olmasına yol açan 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen içimizdeki acısı hala dinmemiştir. Bir gecede yüz binlerce insanımızın hayatını alt üst eden depremin ardından geçen süre içinde yapılması mümkün mühendislik tedbirleri hala hayata geçirilememiştir. İnşaat Mühendisleri Odası olarak 13 yıldır yaşananları anımsatmakta fayda görüyoruz.
Depremin hemen ardından 9 Haziran 2000 tarihinde, deprem zararlarını azaltmak ve kamuoyuna doğru bilgi vermek amacıyla Ulusal Deprem Konseyi kuruldu. Konsey 2002 yılında öncü ve kapsamlı bir çalışma ile ?Ulusal Deprem Stratejisi`ni tüm boyutları ile kitaplaştırmış, 2005 yılında ikinci bir çalışma ile deprem alanında yapılması gereken araştırma konularını tanımlamıştı. Ulusal Deprem Konseyi 6 Ocak 2007 tarihli Başbakanlık genelgesiyle lağvedildi. Oysa kapatılan Konsey, dünyadaki politika değişikliklerini göz önüne alarak Türkiye`de hangi sistem ve yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymayı hedefleyen bir çalışma yapmaktaydı.
Bayındırlık Bakanlığı koordinatörlüğünde, çalışmaları Şubat 2004 tarihinde başlatılıp yedi ayrı grupta sürdürülen Deprem Şurası, kesin raporlarını Temmuz 2004 ayında elde etmiş, yapılan çalışmalar Deprem Şurası Sonuç Bildirgesi`ne dönüştürülerek Bakanlık tarafından ilgili kurum ve kuruluşlarla paylaşılmıştı.
Son olarak yine 2004 yılında ?Türkiye İktisat Kongresi Afet Yönetimi Grubu Raporu` hazırlanarak kamuoyuna sunulmuştu.
Bu raporlar ayrıntılı olarak incelendiğinde hemen hepsinin aynı konularda benzer sonuçlara eriştiği eşdeğer konulara işaret edip eşdeğer çözüm önerilerinde bulunduğu görülür.
2004 yılından sonra aradan geçen 7 yıllık süreçte çözüm önerilerine ilişkin hiçbir girişimde bulunmayan siyasi iktidarın 2011 yılında hazırladığı "Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı" (UDSEP) ise geçmiş çalışmalarda ayrıntılı olarak açıklanan tespit, değerlendirme ve çözüm önerilerinin yüzeysel bir özetidir.
Van Depreminden üç gün sonra 26 Ekim 2011 tarihinde Sayın Başbakanın "?Artık şehirlerimizde kaçak yapı ve gecekonduları biz yıkacağız?" söylemiyle başlatılan çalışmaların sonucu olarak "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun" 16 Mayıs 2012 tarihli Resmi Gazete` de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Kamuoyunda Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen Yasa ise, bırakınız geçmiş dönemde yapılan bilimsel çalışmaların gereklerini dikkate almayı, henüz bir sene önce yürürlüğe giren "Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı`ndaki hedefleri bile karşılamamaktadır.
Soruna kentimiz açısından bakacak olursak, durumun ülke genelinden iyi olsa da istenilen düzeyde olmadığı da bir gerçektir. Deprem tekrar etme aralığı 60-150 yıl arasında olduğu söylenen Eskişehir fayının ürettiği son depremin 56 yıl önce gerçekleşmesi nedeniyle korkularımız ve endişelerimiz artmakta ancak alınan önlemler yetersiz kalmaktadır.
Eskişehir`in merkezinde ve çarşı bölgesinde ekonomik ömrünü dolduran oldukça eski binalar vardır. Bunların çok büyük bir kısmı bugünün standartlarına uymamaktadır. Hatta bazıları bitişiğinde kazı yapılırken dahi yıkılabilmektedir. Geçtiğimiz aylarda eski bir un fabrikasının yıkım sırasında çökmesinden sonra yaşananlar, bir deprem olduğunda yaşayacaklarımız konusunda önemli ipuçları verdi. İlgili kurumların çok cesur, gayretli ve hızlı olmalarına rağmen; planlama, bilgi ve koordinasyon konusunda alınması gereken çok yolumuzun olduğu anlaşılmıştır.
Mayıs ayında Simav`da meydana gelen orta büyüklükteki depremde bile hafif hasar gören yapılarımız vardır. Son on iki yılda, okullarımızdan % 10 nu güçlendirilmiştir. Bugünün güvenlik standartlarını karşılamayan onlarca kamu binasında hizmetler devam ediyor. Camilerimizin pek çoğunun projesi dahi bulunmamaktadır. Yıllardır, konut olarak yapılan binaların dershane ve özel sağlık merkezine dönüştürülmesine karşı çıkmamıza rağmen, bu çarpıklığın önlendiğini söylemek mümkün değildir "Daha önce depremde bina hasar görmedi, bundan sonra da bir şey olmaz" demek yanlış bir yaklaşımdır. 7.2 büyüklüğündeki depremde yıkılmayan yapıların5.6 da yıkılmasından Eskişehirliler olarak ders alıp gerekli planlama çalışmalarına derhal başlamalıyız.. Kentte on iki yıl önce başlayan güvenli bina inşa etme kültürü sonucu yapılan binaların oranı %15 seviyelerindedir. Porsuk çayı ve Çevre Yolu üzerindeki köprülerimizin yeni yapılmış olması, depremsellik açısında kentimizin önemli bir şansıdır. Adliye binası ve vergi dairelerinin yenilenmiş olması olumlu gelişmelerdir.
Yapılan tüm bilimsel çalışmalar, sağlıklı bir kentleşme için yerleşme ve yapılaşma süreçlerinin risk yönetimini içerecek biçimde yenilenmesi gerekliliği ortaya koymaktadır. Öte yandan kaçak binalar veya projesine aykırı yapılar, imar afları, parçacıl planlamalar ve plan tadilatları nedeniyle ülkemizdeki yapı stokunun sorunlu olduğu bir gerçekliktir. Bu bağlamda önemli olan başka bir noktayı da vurgulamak isteriz. İmar yetkilerinin yerel yönetimlerde olması evrensel bir kuraldır. Bu durum asla unutulmamalıdır, ancak imar rantlarının yerel kararlarla bölüşülmesinin de önüne geçilmelidir
Sürekli olarak mevzuat eksikliklerinden yakınan sorumluların bizatihi kendilerinin hazırlayıp yürürlüğe koydukları Yasa ve Yönetmelikler, özleri itibariyle insan hayatından çok her tür hizmetin piyasalaştırılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Bu nedenle büyük puntolarla kamuoyuyla paylaşılan yeni yasalar, yönetmelikler veya mevcut mevzuat üzerinde yapılan değişiklikler, yaşanan sorunların kaynağına müdahale etmediği için çözüm sunamamakta, aksine yeni ve daha büyük sorunlar yaratmaktadır.
Bu bağlamda afet zararlarını azaltma kapsamında,
- Acil durum planlarının hazırlanması,
- Kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonun sağlanması
- Toplumun afet tehlikesi ve riski konusunda bilinçlendirilmesi,
- Arama-kurtarma faaliyetlerinde eğitim ve örgütlenmenin sağlanması,
- Onarım ve güçlendirme çalışmaları ile kentsel yenileme uygulamalarının birlikte düşünülmesi,
- Hatta ve hatta mühendislerin meslek içi eğitimi ve yetkinliği konularının birlikte planlanması gerekmektedir.
Kentsel Dönüşüm Yasası ise tüm bu gerekleri karşılamaktan uzak olup uygulama alanlarının sınırsız tutulması nedeniyle başta metropol kentlerimiz olmak üzere tüm ülkemizi bir rant alanı haline dönüştürebilecektir.
İktidarın yeni hedefi yapım sürecinin denetimine ilişkin kuralların düzenlendiği Yapı Denetim Yasası`nı değiştirmektir.
Marmara depremi sonrasında 2001 yılında fenni mesuliyet sistemine göre nispeten ileri bir denetim sistemi olan Yapı Denetim sistemi 19 pilot ilde uygulanmaya başlamıştır. Eksikliklerin bir an önce giderilmesi amacıyla yapılan pilot bölge uygulamasına tam on yıl boyunca devam edilmiş ve Yasa ancak 2011 yılında ülke geneline yaygınlaştırılabilmiştir.
Meclis tatil edilmeden hemen önce kamuoyuna "Yapı Denetimi Hakkında Kanun ve Bazı kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağı" adıyla bir çalışma sunulmuştur. Yeni Yasa taslağı ise hizmetin kamusal niteliğini öne çıkartma yerine daha fazla ticarileştirilmesini öngörmekte ve bu niteliğiyle denetim hizmetlerinin formaliteye dönüşmesi potansiyelini taşımaktadır. Zira sunulan çalışma, aslında teknik müşavirlik kuruluşlarının görev ve sorumluluklarını düzenlemektedir.
Bu noktada Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinde yapılan bazı değişiklikleri ve bu değişikliklerin yol açtığı sorunları paylaşmak isteriz.
Bürokrasiyi azaltma gerekçesi altında yapılan Yönetmelik değişikliği ile; projelendirme, onay ve ruhsat süreçleri parçalanarak içinden çıkılmaz bir noktaya getirilmiş, Odamız tarafından verilen ve projelere imza atan, şantiye şefliği ya da fenni mesullük üstlenen kişilerin mühendis olup olmadığının yanı sıra mesleki faaliyette bulunma hakkının olup olmadığını da kontrol etmeye yarayan "belge" kaldırılmış, yerine bu kişilerin taahhütnameleri konulmuştur.
Meslek Odalarının üyeleri üzerindeki denetimini dışlayan bu düzenleme esasen kamunun güvenilir mimarlık ve mühendislik hizmeti almasını engellemektedir ve değiştirilmediği müddetçe de yapıların projelendirme ve üretim süreçlerinde giderek artan telafisi güç sorunlara yol açmaya devam edecektir.
Konuyu rakamlarla açıklamak gerekirse;
Türkiye genelinde yapı ruhsatı verme yetkisine sahip toplam 3649 belediye, il özel idaresi ve organize sanayi bölgesi bulunmaktadır. Mevzuat zorunlu kılmasına rağmen bu idarelerden sadece 234`ü Odamıza yapı ruhsatlarını göndermiştir.
Son üç ayda az sayıda idareden Odamızın genel merkezine iletilen yapı ruhsatlarından elde edilen bilgiler ile üye kayıtlarımızın karşılaştırmalı incelemesinde, Türkiye genelinde gönderilen toplam 2723 "yeni" yapı ruhsatının 115 tanesinin çeşitli nedenlerle iptal edilmesi gerekmektedir. Odamız bu tespitlerini Bakanlık ve idarelere iletmiş ve gereğinin yapılmasını talep etmiştir. Bu durumda arsasına yapı ruhsatı alan ve inşaa ettirmeye başlayan 115 vatandaşımız mağduriyet yaşayacaktır.
Bilgi edinilemeyen 3415 idare tarafından verilen yapı ruhsatları açısından bakıldığında ise sorun daha vahimdir. Zira mühendis olup olmadığı dahi bilinmeyen kişilerce proje üretilmesi ya da fenni mesullük üstlenilmiş olması olasılığı yüksektir.
Mühendislik hizmetinin niteliğini yükseltmek yerine meslek odalarını işlevsizleştirerek sahte mühendisliğin önünü açan bu düzenlemelere imza atanlara soruyoruz; Deprem riskini mühendislik hizmeti almamış yapıları çoğaltarak mı azaltacaksınız?
Siyasi iktidarı tercihini bilimden ve insandan yana kullanmaya, ülkemizin deprem gerçeğine uygun ulusal bir deprem politikası belirlemeye ve daha da önemlisi bu politikaları bir an önce hayata geçirmeye çağırıyoruz.
TMMOB
İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
ESKİŞEHİR ŞUBESİ