Oğuz Atay?ı Aramızdan Ayrılışının 39. Yılında Özlemle Anıyoruz

?Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz.?

Eklenme Tarihi: 13/12/2016

Oğuz Atay`ı aramızdan ayrılışının 39. Yılında özlemle anıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

 

 

Oğuz Atay Hayatın Koordinatları*

İroni çalkantının içindeki insana tüm unsurlarında mükemmel bir güzellik sundu. Kibire tokatlar vurdu. Kişiye öz hakkını unutturmadı. Öteki ile bütünleşme için acıya yer bıraktı. Özdeş kıldı aklı, elle. Ciddiye almanın en erdemli yolu oldu ironi.

 

"Hayattaki tek eserim bu duvar" diyor büyük yazar. Bu ifade, babasının "büyük yardım ve baskıları" ile sürüklendiği ama süreçte gözler ya da durmadan uzayan tırnaklar kadar parçası olmuş mühendisliğinin, tek kabul gören değere yani "para kazanma yol haritasına" gülümseyen bir isyanı olsa gerek. Karakter Selim Işık`ın Tutunamayanlar`daki gülümsetici bir acıyı yayan cümlelerinin yazarından bahsediyoruz. Haddini bil, diye yankılanıyor aklın duvarları. Bu bir gerçek. Fakat aflara sığınıp üzerine düşünmek, konuşmak ve iddia etmek isteği durmadan bastırıyor:

Selim: "Ne Yapabilirim? Kitap okumakla manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü. Manava inanmadığım halde beni aldatıyor namussuz. Ya inandığım dostlarımın beni aldatmasını önlemek; büsbütün imkânsız bu."

 

"1934`de İnebolu`da doğmuşum. Beş yaşında Ankara`ya geldim. Bugün arsasında bir işhanı yükselen Devrim İlkokulu`nu bitirdim" diyor büyük yazar. Bugün biraz ama bir gün kesinkes yerinde yeller esecek bir işhanı pusulası, bir çocuğun devrimli ilk okulunu çiğnemiş olsa da, bu çocuğun Oğuz Atay olup, oradan da çocuk çocuk akmasına engel olamayacak, mutlak. Muhterem izinlerle, ellerinden alıp oyuncağı biraz da biz kaybolabiliriz bir gün vesselam.

"Tek eserim bu duvar" vurgusunun gölgesindeki Tutunamayanlar romanına ilişkin biz mühendislerde saklı kimi ifadelerden "Oğuz Atay`da insan" ufaktan ortaya çıkıyor. Eleştirmenlerin, bir dönem pek de kıymet vermeyen şimdi ise bireyin iç yolculuğundan ibaret ve toplumsal söylemden uzak bulma alışkanlığına, mühendislerden itiraz var, da denilebilir elbet. Toplumcu bir yazarı sahiplenememiş toplumcuların bıraktığı sopsoğuk boşluğa kalkıp gelmiş olmaları sanırız başına buyruk bir tahlile ve sahip çıkışa mazeret teşkil edemez. Üstlenmeye bir davettir bu cümle.

 

"Romanda ayrıca "insan" denilen ve ülkemizin çeşitli güçlükleri yüzünden kendisine bir türlü gerçek anlamıyla yaklaşamadığımız bir garip yaratıkla da uğraşılmaktadır; onun hoyrat ellerde bir kukla durumuna indirgenmesine karşı çıkılmaktadır. "Tutunamayanlar"ın da garip yaratıklar olmakla birlikte herkes kadar saygıdeğer olduğuna inanıyorum."

 

Doğrudan bir buluşma ile dümdüz konuşmak istedi ironi. Teknik Güç`te yer alan bir sonraki sayfadaki yazıyı okumadan çöpe atmak da mümkün, bir antika değeri olsun da atılmasın diye grafiker kılığına girip Teknik Güç`te yer aldığı şekliyle yer verdi? Okunma yüzdesine fevkalade bir katkı olur mu ki? Onun sözleri ve üslubu ile konuştu ironi:

 

"Yazdığım ilk kitabın adı "Topoğrafya"dır. Sonra "Tutunamayanlar" romanını yazdım. Edebiyatçılar vitrinlerde ilk kitabımı gördükleri zaman çok gülüyorlar; akademideki bazı hocalar da roman yazdığımı duyunca acıma duygularını (buna biraz istihza da karışıyor) gizleyemiyorlar. "Tutunamayanlar"ı 1968`de yazmaya başladım ve bir yılda bitirdim. Romanın başlıca kahramanları nedense mühendistir, hem de inşaat mühendisi. Ve nedense, mühendis oldukları halde tutunamamışlardır."

Bir çare olarak binlerce sanatçı, yaşayabilmek çaresizliğini tattı kustu, tattı kustu durmadan. Geriye kalan başarılının hesabını sanatın ışıltılarıyla okuyup kim olduğu bilinmeyen adlar namına tarihî sevinmeler elde kalan tek teselli. Çekilen acılar, hadi acılar neyse, gerisi, yani duymadan, duyulmadan yok olmuş olan nicesi? Biri çetelesini tutar mı ki?

Oğuz Atay, oturttuğu dengede eriyen çifte yaşamın peşin bedelini ilk günden ödemiş görünüyor. Beyinde iki ur, bir yazın emekçisi için "gerçek bir işçi işte!" demeye ne çok metaforik imkân tanımakta. Üstüne ekle ekle bitmez: 43 yaşında erken bir göç. Hayat boyu kabul mü red mi belli değil edebiyat eleştirmeni. Sonrasında da 50`li-60`lı baskılar.

Oğuz Atay`ın,  Demiryolu Hikâyecileri adlı öyküsünde "Ben buradayım; sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" diye seslenen bir anlatıcısı var... Bu anlatıcıyı ve cümlesindeki sitemkâr vurguyu yazarın doğrudan kendisi gibi düşünmek yaygın bir kanı artık... Yaşamında onu bolca örselediğimizi biliyor olmamızdan olsa gerek. "Acısını görüyoruz işte" der gibi herkes. Oysa Oğuz Atay, Teknik Güç`te, 1 Ekim 1972`de kaleme aldığı yazısında kurduğu sıcacık ve olabildiğine umutlu atmosferde  "Sanıldığı kadar karamsar değilim" diyordu keyifle.

 

Sevdi ironi, kaldı biraz. Kıyıda demlendi güneşte. Az ama sonsuz bir sürede unuttu gitmeyi, terki. Gözünü güneşe doğru beyaz kıpırtılar ve kırpıştırmalar içinde açtı. Çok parlak ve paramparça olsa da gördüğü, hepsi mümkündü. Bir hayale emek ve zamandan başka ne gerekli ki? Zaman sonuçta yeniden yaratılabilir, uzatılabilir zaman. Filhakika romanın sayfalarını şöyle bir karıştıranların dedikodularına kulak vermeden okumak ile bu pekala mümkün dedi ironi?

 

"Ben belki de büyük bir bilim adamı olmak isterdim. Büyük bir bilim adamı olduğuna inandığım profesör bir arkadaşım da romancı olmak isterdim diyor; anlaşamıyoruz. Olduğundan başka türlü olmak isteyenlerin ülkesinde yaşıyoruz herhalde. Bu durumun da içinden çıkacağımıza güveniyorum. Bu konuda şöyle düşünüyorum. Tutunamayanlar sayfa 213`te "Kaç yıl sonra başlayacağını henüz bilim adamlarımızın kesinlikle tespit edemediği Tunç devri halkımız için bir iş devri olacaktır. Herkes istediği mesleği seçecektir. Ressam olmak isteyenler reklamcı, yazar olmak isteyenler hukukçu, hukukçu olmak isteyenler tezgâhtar, adam olmak isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır." Mühendis olduğuma da seviniyorum ayrıca. Başka meslek seçemezdim herhalde."

 

 

*Eylül 2011 tarihli Şube Bültenimizden alınmıştır.

TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası