İMO İstanbul Şubesi 46.Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Nusret SUNA`nın 47. Dönem Olağan Genel Kurulu?nda yapmış olduğu konuşma

İMO İstanbul Şubesi 46.Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Nusret SUNA`nın 47. Dönem Olağan Genel Kurulu?nda yapmış olduğu konuşma

Eklenme Tarihi: 24/02/2020

Değerli Divan Başkanı ve Üyeleri

Değerli Meslektaşlarım,

Değerli Konuklar,

Basınımızın Değerli Çalışanları,

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi`nin 47. Olağan Genel Kurulu`na hoş geldiniz.

Sizleri saygıyla selamlıyorum. Genel Kurulumuza katılarak bizleri onurlandırdınız, güç verdiniz, yalnız olmadığımızı hissettirdiniz, İMO`nun, inşaat mühendislerinin tek ve merkezi örgütü olduğunun bir kez tescil edilmesine ve dayanışma ilişkisinin hayat bulmasına vesile oldunuz. Sizlere 46. Dönem Şube Yönetim Kurulumuz adına teşekkür ederim.

Genel kurulumuzun başarılı geçeceğine, farklı düşüncelerin özgürce ifade edileceğine, mesleğimizin ve meslektaşlarımızın sorunlarına ve çözüm önerilerine dönük verimli tartışmalar gerçekleştirileceğine, eşit ve adil bir yarış olacağına ve belki de hepsinden önemlisi inşaat mühendisliği ailesi olarak genel kuruldan güçlenerek çıkacağımıza inanıyorum.

Değerli Konuklar,

Değerli Meslektaşlarım,

Genel kurullara hazırlık süreci meşakkatlidir. Bu zorluğun büyük kısmını hiç şüphe yok ki başta şube ve temsilcilik çalışanları olmak üzere kurul ve komisyonlarda görev alan arkadaşlarımız omuzlamaktadır.

Bu nedenle başta uyumlu bir çalışma dönemi geçirdiğimiz İMO Genel Merkezi Yönetim Kurulu Başkan ve Üyelerine, Bakırköy, Kadıköy, Silivri, Lüleburgaz, Kırklareli, Edirne Temsilcilik Yönetimlerimize, kurul ve komisyonlarda görev alan üyelerimize, etkinliklerimize destek veren akademisyenlere, Şube ve Temsilcilik çalışanlarımıza huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

Bu arada, dönem içerisinde kaybettiğimiz arkadaşlarımızı, meslektaşlarımızı saygıyla yâd ediyorum. Ne onları unutacağız ne de onların öznesi, katılımcısı, emektarı oldukları şubemizi koruma ve geliştirme ısrarından vazgeçeceğiz.

Değerli Meslektaşlarım,

Odamız kurulduğu günden bu yana karşı karşıya kaldığı bütün sorunlarda;

- Sorunların tespit edilmesi ile yetinmemiş, çözüm önerileri ile kamuoyunun karşısına çıkmış,

- Mesleğimizin ve meslektaşlarımızın sorunlarını asli hedef haline getirmiş,

- Kamusal yarar ilkesini her türlü çalışmasında öncelik olarak görmüş,

ve tüm çalışmalarını yürütürken bu hassasiyetler doğrultusunda yaklaşım sergilemiştir.

Değerli Meslektaşlarım,

Konuşmamın sonraki aşamalarında yer yer bazı konulara değineceğim ama bu noktada söylemek isterim ki, yol göstericimiz her daim bilim ve kamusal yarar olmuştur.

Biz konulara bütünlüklü yaklaşmayı bilimsel yöntemin olmazsa olmazı olarak görüyoruz. Mesleğimizin doğası gereği sorunlara analitik yaklaşıyoruz.

Deprem önlemlerinden ulaşıma, imar politikalarından su politikalarına meslek alanımıza dahil hemen her konuda önerilerimiz bütünlük arz ediyor; sürdürülebilir özellikler taşıyor ve mutlaka kamu yararı ilkesi gözetiliyor.

Değerli Konuklar,

Depremlere aşina bir coğrafyada yaşıyoruz. Kayıtlarda ilk depremin 526 yılında Antakya`da meydana geldiği yazılıyor.

Sayısız yer sarsıntısı görmüş bu topraklarda; on binlerce insanımızı kaybetmişiz, yüz binlerce vatandaşımız yaralanmış, binalar göçmüş, köprüler yıkılmış, ekonomi büyük darbe almış, deprem korkusu toplumsal travma haline gelmiş.

Siyasi iktidarlar ne yapmış peki?

Marmara depreminden bir sene önce Ceyhan sarsılmıştır. Üç ay sonra da Düzce yerle bir olmuştur. Düzce`den 12 sene sonra deprem bu kez Van`ı vurmuştur.

Siyasi iktidarlar ise ders çıkarmayı tercih etmemiştir. Sorumluluğu üstlenmemiştir. Kentleri deprem tehlikesine göre düzenlememiştir. Güvenli yapı üretimini gerçekleştirmemiştir.

Buradaki asıl sorun; görünen, büyük acılarla gün ışığına çıkan olumsuzlukların görmezden gelinmesi, yok sayılmasıdır.

Değerli Meslektaşlarım,

Bilindiği üzere İstanbul yapı stoku güvenli olmaktan uzaktır. Pek çok yapı kaçak ve ruhsatsızdır, mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir.

Örnek mi gerekiyor, önemlileri sıralamakla yetiniyorum.

13 Ocak 2017 tarihinde İstanbul Zeytinburnu`nda bulunan bir bina kendiliğinden yıkıldı.

Beyoğlu Sütlüce Fuadiye Sokak`ta bulunan bir bina 24 Temmuz 2018 tarihinde kendiliğinden çöktü.

28 Temmuz 2018`de ise Sancaktepe Mevlana İlkokulunun duvarı yıkıldı. Okulların tatilde olması olası bir faciayı önledi.

30 Temmuz 2018`deki yıkımın adresi Ümraniye Fatih Sultan Mehmet Sanayi Sitesi Site Yolu Caddesi`nde devam eden bir inşaatın istinat duvarıydı.

10 Ekim 2018`de Bağcılar Kirazlı Sokak`ta bir inşaatın temel kazısı bitişikteki binalarda çatlaklara yol açtı. 10 bina da çökme riskine karşı önlem amaçlı boşaltıldı.

Ümraniye Parseller Mahallesi`nde devam eden Dudullu-Bostancı metro çalışması sırasında, 2 Kasım 2018 tarihinde meydana gelen çökme nedeniyle, inşaat sahasında bulunan konteynır ile komşu sitenin güvenlik kulübesi toprak altında kaldı. Ne yazık ki iki site görevlisi yaşamını yitirdi.

6 Şubat 2019`da Kartal Sema Sokak`ta bulunan Yeşilyurt Apartmanı çöktü. Çökme adeta küçük çaplı bir faciaya yol açtı. 21 insan yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı.

22 Nisan 2019 tarihinde ise Kâğıthane Yahya Kemal Mahallesi Akkaya Sokak`ta bulunan bir istinat duvarı yıkıldı. Komşu parselde bulunan dört katlı bir bina çöktü. Riskli olduğu tespit edilen 21 bina boşaltıldı.

2019 Nisan ayının son günlerinde ise Sancaktepe Sefa Mahallesi`nde zeminde meydana gelen çatlakların, bir ilkokulun bahçesini de içine alacak şekilde ilerlediği tespit edildi. 40 bina tedbir amaçlı boşaltıldı.

En yakın tarihte de 1 hafta kadar önce Bahçelievlerde bir bina kendiliğinden çöktü.

Sizler de takip ediyorsunuz, gün geçmiyor ki İstanbul`un değişik bir noktasında buna benzer bir olumsuzluk yaşanmasın.

Açıkça ifade etmek gerekir ki bu kent, üzerindeki yükü taşıyamıyor. Yük eski, taşıyıcı eski, yorgun ve yıpranmış. Maalesef 20 milyona yakın İstanbullu bu yükün içinde yaşıyor.

Neden-sonuç ilişkisi, teşhis-tedavi ilişkisi önemlidir. Bu açıdan bakıldığında karşımıza çıkan tablo şöyledir:

Yapı üretim ve denetim süreci sorunludur, zafiyetler içermektedir.

Yapı üretim sürecinin, zemin etüdünden anahtar teslimine, hatta garanti süresine kadar arz ettiği bütünlük kavranamamıştır.

Yapı denetimi işlevsel ve sağlıklı bir işleyişe oturtulamamış, denetimin ruhuna aykırı şekilde düzenlenmiştir.

Pek çok yapı mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir.

Kaçak ve ruhsatsız yapılaşma oldukça yaygındır.

Kaçak kat ilave edilmesi ya da kaçak bölüm eklenmesi sık görülmektedir.

Merkezi ya da yerel yönetimler kaçak yapılaşmaya, projeye aykırı eklemelere göz yummaktadır; denetimi sağlayacak donanıma, teknik elemana sahip değildir.

Zemin etütleri sağlıklı bir biçimde yapılmamakta, zemin yapı uyumu gözetilmemektedir. Zemin mühendisliği temel ilkeleri dikkate alınmamaktadır.

İstinat duvarı ya da duvar imalatında ciddi ihmaller söz konusudur. Aynı şekilde iksa hesaplamaları sağlıklı bir biçimde yapılmamaktadır.

Dere yataklarının imara açılması pek çok soruna kaynaklık etmektedir.

İmar aflarıyla kaçak ve ruhsatsız yapılaşma adeta teşvik edilmektedir.

Yapı malzemelerinde kalite sorunu bulunmaktadır.

İnşaat mühendisliği eğitimi sorunludur. Meslek içi eğitim olanakları oldukça kısıtlıdır.

İhmalkârlık, bilimdışılık, haksız kazanç elde etmek ne yazık ki toplumsal kültürümüzde kayda değer bir yere sahiptir.

Kentsel dönüşüm projeleri, riskli yapı ve riskli bölgelerden değil ağırlıkla rant değeri yüksek bölgelerden başlamıştır. Barınma hakkı gibi temel bir hak, piyasa işi müteahhitliğe, merdiven altı üretime, sınırsız kâr beklentisine kurban edilmektedir.

İstanbul`un sağlıklı ve eksiksiz yapı envanteri bile çıkarılmamıştır. Güçlendirilmesi ya da yıkılıp yapılması gereken kaç yapı bulunduğu bilinmemektedir.

Yani bir başka ifade ile milyonlarca İstanbullunun hayatı tehlike altındadır.  Deprem görmeden göçen binaların olası bir depremde ne tepki vereceğini tahmin etmek zor değildir.

Üzülerek söylüyorum ki ivedilikle önlem alınmazsa, olası bir deprem İstanbul için yıkım olacaktır. Hatta yaşanacak can kaybı tahayyül sınırlarımızı bile zorlayacaktır.

Değerli Katılımcılar,

En az yarısının güvenli olmaktan uzak olduğu bir kenti depreme hazırlamak için ne yapılmıştır bu zaman zarfında?

Elbette hiçbir şey yapılmadığı iddia edilmiyor. Ancak yapılanlar yeterli olmaktan, insanların kaygılarını, korkularını gidermekten oldukça uzaktır.

Ne yazık ki dikkat çeken tek adım kentsel dönüşüm projeleri bağlamında atılmıştır. Ancak uygulanan kentsel dönüşüm projeleri amacına hizmet etmemiştir. 

Kentsel dönüşüm projeleri, mantar gibi biten büyük konut firmalarının zenginleşme aracı olmuştur. Projeler için, rant değeri hayli yüksek Fikirtepe v.b. bölgelerin öncelikle tercih edilmesinin başka bir izahı yoktur.

Onca projeye, onca mağduriyete rağmen ne konut sorununun çözümünde mesafe kat edilmiş ne de deprem güvenliği sağlanabilmiştir.

Tam da bu noktada, İmar Barışı adı altında ilan edilen imar affından söz edilmesi zorunluluktur. 

Bilindiği gibi 6 Haziran 2018 tarihinde İmar Barışı Uygulama Yönetmeliği yayınlandı.

Açıkça soruyorum: İmar affının Beyoğlu`nda ya da Kartal`da göçen binaların ve daha nicelerinin affedilmesinden başka bir sonuç doğurması mümkün müdür?

İmar affı, nitelikli mühendislik hizmeti almadan, nitelikli bir denetim sürecine tabi tutulmadan üretilen yapıların kendilerini muhafaza etmesine yol açmayacak mıdır?

İmar affına başvuran vatandaşların beyanlarının esas alınması, suiistimale açık bir durum oluşturmayacak mıdır?

Nitekim bunlar gerçekleşmiş, imar affına başvuruda bulunan ruhsatsız ve güvenli olmayan yapılar, yasal dayanağa kavuşturulmuştur.

Yine açıkça ifade edilmelidir: İmar affı bir kent ve insanlık suçu olarak tarihteki yerini almıştır.

Değerli Konuklar,

Değerli Katılımcılar,

İlk kez 2011 yılında "çılgın proje" başlığı altında kamuoyuyla paylaşılan Kanal İstanbul Projesi, dokuz sene sonra yeniden gündeme getirildi.

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak, Kanal İstanbul Projesinin ilk telaffuz edilmesinden başlayarak, yeniden gündeme getirildiği güne kadar, projenin meslek alanımıza değen konuları bağlamında görüşlerimizi açıklamış, itirazlarımızı kamuoyuyla paylaşmıştık.

Bakın şu nokta o kadar açık ki: Siyasi iktidar sınır aşan sermaye sahipleri için, "birileri çatlasa da patlasa da yapacağız" diyerek yeni bir kent inşa ediyor.

Bu bir rant projesidir, bu bir emlak projesidir, bu bir yıkım projesidir. ?Şöyle, böyle olursa destekleriz` demek, projenin varlık nedenini ve hatta proje sahiplerinin varlık nedenini bilmemek anlamı taşımaktadır.

Orta yol yoktur. "Proje ranta açılmazsa, yeşil alanlar ağırlıklı olacaksa" şeklinde başlayan açıklamaların hiçbir kıymeti, dayanağı olmadığını bilmek gerekmektedir.

Değerli Meslektaşlarım,

Kanal İstanbul, taammüden bir kent suçudur, mühendislik bilimiyle derin çelişkiler içermektedir. Telafi edilmesi, yok sayılması, görmezden gelinmesi, sıradanlaştırılması ve hepsinden önemlisi de suçun affedilmesi mümkün değildir.

Asıl sorumuz şudur: İstanbul`un asıl ihtiyacı nedir?

Bu soruya verilecek yanıt, bir bakıma tercihinizi de ortaya çıkaracak önemdedir.

Tercih nedir: İnsan hayatı mı, rant mı?

Konu bizler açısından bu kadar açık ve nettir. Tercihimiz milyonlarca İstanbullunun hayatıdır. İtirazımız sadece mühendislik bazlı değildir. Aynı zamanda insanidir, vicdanidir, tarihidir. Bu tarihi kenti, medeniyetlerin beşiği olarak kabul edilen bu kadim kenti bugüne kadar savunduk, bundan sonra da savunmaya kararlıyız.

Değerli Meslektaşlarım,

İstanbul`un bir başka sorunu da ulaşımdır. Bu sorunun tanığı ve aslında bir parçasıyız.  Evimizden sokağa adım attığımız anda başlıyor tanıklığımız, gün bitene kadar sürüyor.

İstanbul trafiğinin kullanıcılar açısından işkence halini aldığı biliniyor.

Bu durum şimdiye kadar uygulanan ulaşım politikasının, aslında politikasızlığının doğal sonucudur.

Bu kentin Ulaşım Ana Planı yoktur. Son plan 1985 tarihlidir. Ulaşım yatırımları sürdürülebilir, bütünlüklü ve toplu taşımacılık odaklı değildir. Günü kurtarmakla, daha doğrusu lokal çözümlerle sınırlıdır.

Lokal çözümler ise kilitlenmeyi ötelemekle, bir başka noktaya aktarmakla mustariptir.

Dikkatinizi çekmek isterim: Yapılan sayısız altüst geçide, sayısız katlı kavşağa, Marmaray`a, Boğaz`a yapılan üç köprüye rağmen sorun çözülemiyor ve hatta artarak devam ediyorsa, orta yerde köklü, yapısal bir sorun var demektir.

Ulaştırma bir bilimdir, kent içi ulaşım bir bilim dalıdır. Ulaştırma yatırımlarının çevre etkisinden başlayarak bağlantı yollarına kadar hemen her aşaması bütünlüklü bir planın parçası olarak uygulanmalıdır.

Ve tabii ki ulaştırma konusunda ihtisas sahibi akademisyenlerin, meslek odalarının, bölge halkının görüşleri ve katkıları mutlaka alınmalıdır.

Bizde ise siyasi erkin yetkili isimleri kısa bir helikopter gezisi ile karar verebilmektedir.

Deprem önlemlerindeki iptidai, bilimdışı yaklaşım aynı şekilde ulaştırma konusunda da yüzünü göstermektedir.

Değerli Konuklar,

İstanbul trafiği elbette sorunludur ancak ulaşım başlığı altında sorunları sıralamak gerekirse, ilk sırada deprem sonrası acil ulaşım yollarının mevcut durumu gelecektir.

İstanbulluların yaşadığı ulaşım sorunu, deprem sonrasında öz değiştirecek ve yaşamı doğrudan etkileyen içeriğe bürünecektir. Bir başka anlatımla, kent içi ulaşım işkence halini almıştır ancak acil ulaşım yollarının kullanılamaması, yetersizliği, yıkıma uğraması doğrudan doğruya sağlık sorunuyla, can güvenliği sorununu gündeme getirecektir.

Bu nedenle önemlidir, görmezden gelinemez,  arka sıralara itilmesi mümkün değildir.

Buradan özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi`ne çağrı yapıyorum. 1999 depremlerinden sonra belirlenen güzergâhlar güncellenmeli, her durumda kullanılabilecek altyapıya kavuşturulmalı, mevcutların yanına yenileri eklenmelidir.

Unutulmasın, deprem sonrası kullanılacak güzergâhlar hayati derecede önemlidir, afet sonrası hizmetlerin mihenk taşıdır. Sağlık, itfaiye, güvenlik ve benzeri zamanla yarışan araçların trafik engeliyle karşılaşması telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır.

Değerli Konuklar,

Değerli Meslektaşlarım,

Birleşmiş Milletler Örgütü bünyesinde gerçekleştirilen bir çalışmayla İnsani Gelişme Endeksi çıkarılıyor ve ülkeler gelişmişlik seviyesine göre sıralanıyor. Eğitim, sağlık, sosyal adalet, nitelikli yaşam ve benzeri konular bağlamında hazırlanan 2018 listesinde ülkemiz, 189 ülke arasında 64. sırada yer alıyor.

Birleşmiş Milletler raporunda eğitime dair vurgular da bulunuyor.

Ben de izninizle inşaat mühendisliği eğitim sorunlarına ve bunun meslek alanımıza yansımasına dair birkaç noktaya değinmek istiyorum.

Değerli Konuklar,

Eğitim sürecinin meslek alanımıza yansıması kelebek etkisiyle açıklanabilir. 

Ülkemizdeki eğitim, ilk basamaktan üniversiteye kadar sorunludur, sıkıntılıdır. İnşaat mühendisliği eğitiminin de bundan etkilenmemesi mümkün değildir.

Gayri Safi Milli Hasıla içindeki eğitim payından fiziki altyapıya, bir öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısından araştırmalar için ayrılan kaynağa, staj ve laboratuvar olanaklarından okullar arası eşitsizliğe kadar inşaat mühendisliği eğitiminde çözülmesi gereken pek çok sorun bulunmaktadır.

Diğer sorunların yol açtığı olumsuzluklar bir yana, yeterli düzeyde staj olanağı bulamadan mezun olan arkadaşlarımızın meslek hayatı başladığında bu eksikliği hissetmemesi ya da laboratuvarlı eğitim olanağından mahrum kalan öğrencilerin nitelikli hazır beton üretimi, kolon ve kiriş dayanımı, zeminin fiziksel ve mekanik özellikleri gibi temel konularda yetersiz kalmaması mümkün müdür?

Değerli Meslektaşlarım,

Sorunlara asıl kaynaklık eden unsur, hiç şüphe yok ki, popülist bir yaklaşımla hemen her ilde açılan üniversitelerdir.

Hemen her üniversite bünyesinde inşaat mühendisliği bölümü bulunmaktadır, bu üniversitelerin birçoğunda yeterli öğretim elemanı yoktur. Mevcut öğretim elemanları da büyük fedakarlıklarla buradaki açığı kapatmaya çalışmaktadır.

Bu durumun yol açtığı olumsuzluk sadece eğitim niteliği ile sınırlı değildir.

Yılda ortalama 10 bini aşkın genç meslektaşımız ailemize katılmakta, haksız rekabet koşulları, etik ilkeleri törpüleyen piyasa ilişkilerinin basıncı altında mesleğe adım atmaktadır.

İstihdam olanağı ile kontenjan arasındaki uçurum, yani bir başka ifade ile arz talep dengesizliği işsizlik, düşük ücretler, yetersiz sosyal ve özlük haklar olarak meslek alanımıza yansımakta, bu olumsuz durumdan daha çok da yeni mezun arkadaşlarımız etkilenmektedir. Açıkçası meslek alanımızda emek sömürüsü gizlenemez boyuttadır.

Hal böyle olunca, 2019 - 2020 eğitim-öğretim yılında inşaat mühendisliği kontenjanlarının boş kalmasına şaşırmamak gerekiyor. İlk kez böyle bir durumla karşılaşıldığını vurgulamak ve hem eğitim hem de meslek alanı paydaşlarının bunun üzerine düşünmesi gerektiğini ifade etmek durumundayım.

Değerli Meslektaşlarım,

İnşaat mühendisleri arasındaki işsizlik oranı yüzde 20`ler seviyesinde seyretmektedir. Bu oranın vahamet olduğunu söylemem gerekiyor.

Elbette bu durum sadece bizim alanımızla ilgili değil. Türkiye ne yazık ki hem genel anlamda işsizlik hem de özel olarak genç işsizlik oranlarında zirveyi zorlamaktadır.

Üniversite mezunu işsiz oranı ise yüzde 25 civarında bulunmaktadır. 2019 yılında yapılan araştırmaya göre 928 bin üniversite mezunu işsiz durumda bulunuyor. İş bulma umudunu yitiren, yani iş aramayan veya meslek dışı işlerde çalışarak iş arama durumuna son veren gençler bu sayının dışındadır.

Ülkemizin işsizlik girdabında olduğu aşikâr. İşsizliğin ne gibi psikolojik sorunlara yol açtığı ise son dönemde sık sık gündeme gelen intiharlardan anlaşılabilir. Gençler umutsuz, yalnız ve dayanışma ilişkisinden mahrum bir hayat sürüyor.

Değerli Konuklar,

Neden böyle oldu sorusunun yanıtı ise son birkaç on yıla damgasını vuran ekonomik-politik tercihlerde aranmalıdır.

Türkiye uzun zamandan bu yana sanayisizleşerek büyümeyi hedeflemiş ve buna uygun olarak büyük ölçekli kamusal değerleri haraç mezat elden çıkarmış, kamu yatırımlarını en alt seviyeye çekmiştir.

Hizmet, bankacılık ve inşaat sektörü üzerinden ekonomik hareketlilik yaratılması kararlaştırılmış, lakin bu alanlardaki mali hareketlilik, büyük ulusal/uluslararası sermaye gruplarının lehine tecelli etmiştir.

Siyasi iktidarın inşaata gösterdiği ilgi ne yazık ki meslektaşlarımıza yansımamış, meslektaşlarımız düşük ücretlerle çalışmaya devam etmiştir.

Değerli Konuklar,

Öte yandan Türkiye`nin iş kazaları konusundaki sicilinin hayli bozuk olması asla tesadüf değildir. Türkiye, iş kazaları sıralamasında listenin başındadır; inşaat sektörü aynı şekilde iş kazalarında ilk üçteki yerini her daim korumaktadır. Çünkü işverenler iş güvenliği önlemlerini maliyet artırıcı unsur gibi görmekte ve yatırım yapmaktan imtina etmektedir.

Buradan çıkan sonuç şudur:

Ülkemizde ölüm ile yaşam arasındaki çizgi son derece incedir. Yaşamak tesadüflere bağladır. Ölüm kanıksanmıştır. İnsan hayatı değersizdir.

İş kazalarının, iş yaşamının fıtratında olduğu düşünülürse, iş cinayetleri kader, alın yazısı kavramlarıyla açıklanırsa, bilim dışı yaklaşımlar ödüllendirilirse, meslek disiplinleri yok sayılırsa, kamu yönetimi ve kamu denetimi ehli olmayan insanlar eliyle yürütülürse, kamusal denetim özel sektörün kâr hırsına adeta kurban edilirse bir başka sonucun doğması mümkün değildir.

Değerli Konuklar,

Ülke ekonomisinin iyiye gitmediği üzerine uzun uzun konuşmaya gerek var mı bilemiyorum.

Popüler ifade ile denizin bittiği anlaşılıyor.

Diğer verileri bir tarafa bırakalım, son yıl gerçekleşen bütçe açığını baz alırsak karşı karşıya bulunduğumuz karanlık tablo netleşecektir.

Hazine ve Maliye Bakanlığı`ndan yapılan açıklamaya göre, bütçe 2019 yılında 123,7 milyar TL açık verdi.

Bütçe 2018 yılında 72.8, 2017`de ise 47.3 milyar lira açık vermişti. Bu verilerden bütçe açığının katlanarak ilerlediğini görüyoruz.

Ekonomik anlamda bir vahametle karşı karşıyayız.

Zamlar yağmur gibi yağıyor. İğneden ipliğe her ürün, açıklanan resmi enflasyon oranının çok üstünde zam görüyor.

Yeni mezun bir inşaat mühendisi arkadaşımız, bin 500 ile 3 bin lira arasında maaş alıyor. Bu da bir utançtır.

Bir nebze olsa da emek sömürüsünü engellemek amacıyla Birliğimizin hayata geçirdiği asgari ücret uygulamasını engellemek utançtır.

Değerli Meslektaşlarım,

Diğer meslek dallarıyla kıyaslandığında inşaat mühendisliğinin meşakkatli olduğu bilinmektedir.

Zordur mesleğimizi icra etmek. Ya proje masalarında dirsek çürütülür ya da şantiyelerin tozu, toprağı çamuru, soğuğuyla baş etmeye çalışılır.

Mesaisi yoktur. Mesai ne zaman başlar ne zaman biter bilinmez.

Fedakârlık ister. İnşaat mühendisleri özel hayatlarından, sevdiklerinden, sosyal hayatlarından fedakârlık yapar.

İş güvencesi yoktur; iş ilişkisi kurumsal işleyişe sahip değildir.

Yetki ve sorumluluk ilişkisi sorunlu noktalardan biridir. İfade etmek gerekir ki, en küçük bir olumsuzlukta "günah keçisi" olmaya adaydır arkadaşlarımız.

Alınması zorunlu olan iş güvenliği önlemleri ile işverenle kurulan ücret ilişkisinin ve yasalarla gerçek hayat arasında ilişkinin kıskacında sürdürülmektedir meslek.

Aynı handikap yapı denetim kuruluşlarında görev alan ya da yapı denetim kuruluşunun denetimi altındaki şantiyede çalışan meslektaşlarımız için de geçerlidir.

Sağlıksız çalışma koşulları, düşük ücretler mühendisin işiyle özdeşlemesini engellemektedir.

Özellikle yeni mezun meslektaşlarımızın maruz kaldığı sömürü ağırdır. 

İşsizlik tehdit aracı olarak kullanılmakta,  bu gizli/açık tehdit, örgütsüzlük ile birleşince düşük ücretler, sağlıksız çalışma koşulları, özlük haklardaki kısıtlılık sonuç alıcı bir direnişle karşılaşmadan uygulamaya alınmaktadır.

İnşaat mühendislerinin tek ve merkezi örgütü olarak meslek örgütümüz de olanakları elverdiği ölçüde emek sömürüsüne ve hak gaspına karşı direnmektedir.

Değerli Meslektaşlarım,

Bilmemiz gerekiyor: Eğer bir ülkenin temel sorunu demokrasi ise, eğer bir ülkede hak-hukuk-adalet talebi yakıcılığını kaybetmiyorsa o ülkede ne toplumsal refahtan söz etmek mümkündür ne de toplumsal barıştan.

Bakınız, 31 Mart seçimlerinin tanınmamasından kayyım atamalarına, Kanal İstanbul`dan yeni yerel yönetim yasasına, belediye başkanları hakkında dayanaksız iddialardan yanlı medya tarafından belediye başkanlarını itibarsızlaştıracak asılsız haberlere kadar antidemokratik uygulamaların ardı arkası kesilmiyor.

Muhalefet liderleri hapsediliyor, saldırıya uğruyor. Düşünce açıklamak suç sayılıyor. Barışçı-demokratik gösteriler şiddetle bastırılıyor. Türkiye`nin insan hak ve özgürlükleri sicili her gün biraz daha bozuluyor.

Artık ne yargı bağımsızlığından söz etmek mümkün ne kuvvetler ayrılığından ne de işlevsel bir parlamentodan. Türkiye her geçen gün demokrasinin temel kabullerinden hızla uzaklaşıyor.

Bilim yok sayılıyor, itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Eğitimden kültüre toplumsal alan dini esaslara göre düzenlenmek isteniyor. Cinsiyetçi uygulamalar ve buna bağlı olarak artan sayılarına rağmen kadın meslektaşlarımızın sorunları da gün geçtikçe artıyor.

Aramızın bozuk olmadığı, gerginlik yaşamadığımız tek bir komşu ülke gösterilebilir mi?

Gerginliğin komşuluk ilişkisiyle doğrudan ilgili olmadığı; coğrafi, tarihi ve iktisadi ilişkimiz olmayan ülkelerle bile sorun yaşadığımız görülüyor.

Halkımız arasındaki kutuplaşma gün geçtikçe artıyor, Anadoluda eskiden beri var olan birarada yaşam kültürümüz zarar görüyor.

Özellikle kamuda eleman alımları liyakata göre değil, siyaseten yapılıyor.

Tüm bu çatışma ve kutuplaşma ortamı elbette mesleğimizi etkiliyor. Bizim mesleğimiz toplumun tüm ihtiyaçlarını gideren bir meslek alanı. Dolayısıyla, bizim tüm bu sorunlardan kendimizi ayrıştırarak mesleğimizi yapmamız olanaklı değil.

Değerli Katılımcılar,

Peki bunca sorunun arasında biz ne yaptık?

Genel kurulda kısa özetini paylaşacağımız Çalışma Raporuna göz atıldığında, çalışma dönemimizdeki bilimsel-mesleki etkinliklerimizin yoğunluğu görülebilir.

Tarihi eserlerden örgütlenmeye, işçi sağlığı ve iş güvenliğinden kentsel dönüşüme, yapı denetiminden geotekniğe, ulaşımdan inşaat mühendisliği eğitimine, depremden afette haberleşmeye kadar geniş yelpazede bilimsel etkinlikler düzenledik, düzenlenen etkinliklerin katılımcısı olduk.

Sosyal-kültürel etkinliklerimizi kayda değer ölçüde yaygınlaştırdık. Öğrenci üye örgütlenmesine katkı sağladık.

Üniversitelerde mesleğimizi ve şubemizi tanıtan toplantılar düzenledik. TMMOB İKK çalışmalarının katılımcısı ve destekçisi olarak merkezi örgütsel bütünlüğe verdiğimiz önemi gösterdik. 

Kentsel sorunlara müdahil olduk, kamuoyunu bilgilendirdik, kente karşı suç işleyenleri deşifre ettik.

Mesleki sorunları tespit ettik, çözüm önerileri geliştirdik, kamuoyuyla paylaştık. Meslektaşlarımızın yaşadığı sorunları, adeta varlık nedeni olarak gördük, çözümü için çaba harcadık.

Mesleki tartışmalara aktif olarak katıldık, görüş ve düşüncelerimizi açıkladık. Hem bilgilendirici hem de yönlendirici olmaya gayret ettik.

Meslek içi eğitim kapsamında, meslektaşlarımıza dönük sayısız seminer, kurs ve benzeri etkinlikler düzenledik. Mesleki niteliği yükseltecek, meslektaşlarımızı donanımlı hale getirecek çalışmalarımızın ivmesini hiç düşürmedik.

Ülkemizin demokratikleşmesi, adaletsizliğin ve eşitsizliğin ortadan kaldırılması, hukukun üstünlüğünün sağlanması, insan hak ve özgürlüklerinin ve barışın tesis edilmesi yönündeki etkinliklere katılarak aydın olmanın gereğini yerine getirmeye çalıştık.

Siyasi iktidarın bilimi ve meslek disiplinlerini itibarsızlaştırma, mühendislik hizmetlerini önemsizleştirme, hizmet alanlarını daraltma girişimlerine, bilimin ışığı ve mesleğin evrensel doğruları kılavuzluğunda karşı çıktık. 

Meslek odalarını güçsüzleştirme, vesayet altına alma, denetim sürecinin dışına itme, Oda-üye ilişkisini koparmayı amaçlayan düzenlemelere dayanışma ilişkisiyle yanıt verdik.

Ülkemiz ve mesleğimiz için yaptığımız çalışmalar yapmak istediklerimizin yanında çok çok az kalmaktadır. Temennilerimiz hudutsuzdur. Bunu yapacak enerjimiz de kaynağımız da vardır. Yeter ki doğru kullanılmasına izin verilsin.

Değerli Meslektaşlarım,

Değerli Konuklar,

Gün içerisinde gerekmesi halinde tekrar konuşma fırsatı bulacağımı düşünerek sözlerimi daha da fazla uzatmak istemiyorum.

Bizler İMO İstanbul Şube 46. Dönem Yönetim Kurulu olarak, çalışmalarımızı hiçbir kişisel çıkar gözetmeksizin, bütün meslektaşlarımızı kucaklayarak, herkesin görüşüne saygı duyarak ve görüşü ne olursa olsun her meslektaşımıza değer vererek yürütmeye çalıştık. Bu çalışmaları gerçekleştirirken geleneklerimize, yaşadığımız kentlere, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmaya özen gösterdik.

47. Genel Kurulumuzda açığa çıkacak mesleki-politik irade yeni seçilecek arkadaşlarımız için yol gösterici olacaktır.

İnşaat mühendislerinin yaşanabilir bir kent, yaşanabilir bir ülke kurma kararlılığı ve azmi, güncelliğini kaybetmeden geleceğe aktarılacaktır.

Genel Kurulumuza katılarak bizlere destek veren konuklarımıza bir kez daha teşekkür ediyor, meslektaşlarımı saygıyla selamlıyorum.

TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası