İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından
17 Ağustos 1999 depreminin 21. Yıldönümü dolayısıyla yapılan açıklama- 13 Ağustos 2020
RANT MI, HAYAT MI?
İSTANBUL?UN GÜNDEMİ ?KANAL İSTANBUL? DEĞİL DEPREMDİR!
Eklenme Tarihi: 20/08/2020
RANT MI, HAYAT MI?
İSTANBUL`UN GÜNDEMİ "KANAL İSTANBUL" DEĞİL DEPREMDİR!
Henüz vakit varken;
İstanbul harap olmadan!
? 1999 Marmara depreminin 21. yıldönümünde bir kez daha vurguluyoruz: İstanbul depreme hazır değil.
? İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen çalışmayla İstanbul yapı stokunun mevcut olumsuzluğu netleşti.
? En iyimser senaryolar bile olası İstanbul depreminde yüzbinlerce vatandaşın can güvenliğinin tehlikede olduğunu gösteriyor. Ne yazık ki 16 milyon İstanbullu çaresizlik içinde depremi bekliyor.
? Kartal Sema Sokak`ta kendiliğinden çöken binada 21 vatandaşımızın hayatını kaybettiği hatırlanırsa, deprem senaryolarının dayanaksız olmadığı anlaşılacaktır.
? Yapı stokunun iyileştirilmesi çalışmalarının zamana yayılarak bitirileceğine dair açıklamalar kaygıları artırıyor. Çünkü İstanbul depreminin ne zaman meydana geleceği bilinmiyor.
? 1999 Marmara depreminden sonra kayda değer mesafe alınmadığı 2019 Eylül İstanbul depremiyle açığa çıktı.
? Son birkaç ayda yaşanan Elazığ, Manisa, Malatya depremleri ülkenin depremselliğini göstermekle kalmadı, deprem güvenliğinin ertelenemez bir sorumluluk olduğunu bir kez daha hatırlattı.
? Ülkemizin ve İstanbul`un depreme hazırlanması için ulusal seferberlik ilan edilmelidir. Ancak bu, ne merkezi ne de yerel yönetimin tek başına altından kalkabileceği bir sorumluluk değildir.
? Ulusal/uluslararası sermaye gruplarına kentsel rant yaratacak olan Kanal İstanbul projesinden vazgeçilmeli, proje için ayrılan bütçe İstanbul`un depreme hazırlanması çalışmalarında kullanılmalıdır.
? İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi bir kez daha uyarıyor: Kanal İstanbul projesinden vazgeçin. Kenti ve yapıları sağlıklı ve güvenli hale getirmek için bütçe olanaklarını vakit kaybetmeden harekete geçirin. İstanbul harap olmadan önlem alın. Yoksa olası bir facianın vebali üzerinizde olacaktır.
17 Ağustos 1999 depreminin 21. yıldönümü dolayısıyla bir kez daha hafızlarımızı tazelemekle kalmayacağız aynı zamanda her yıldönümünde olduğu gibi ülkemizi ve tabii ki İstanbul`u bekleyen deprem tehlikesi ile ilgili görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşacağız. Elbette sadece durum tespiti yapmayacağız, beraberinde yapı üretim sürecinden kentlerin depreme karşı hazır hale getirilmesine kadar konu ile ilgili önerilerimizi de dile getireceğiz.
Depremin her yıldönümünde benzer metinlerle kamuoyunun karşısına çıkmak handikap gibi görünse de, bu durumun sorumlusu sorunları çözmeyen, çözüm önerilerine kulaklarını kapatan siyasi iktidar ve yerel yönetimler olduğunun bilinmesini isteriz.
İfade etmeliyiz ki, deprem gerçeği meslek odamızın gündeminden hiçbir zaman düşmedi. Yapı üretim sürecinden deprem toplanma alanlarına, kentsel dönüşüm projelerinden ulaşım güzergâhlarına kadar depremle ilintili konulardaki görüş ve önerilerle kamuoyunun karşısına çıktık; gerek bilimsel toplantılarla gerek topluma dönük etkinliklerle deprem tehlikesinin varlığına dikkat çektik. Ulusal/uluslararası katılımlı sempozyumlar, kurultaylar gerçekleştirdik. Depremin yıldönümlerinde toplumsal duyarlılığı sağlamak amacıyla yürüyüşler düzenledik. Üniversiteleri, bilim çevrelerini harekete geçirerek merkezi ve yerel düzeyde iktidar sahipleri üzerinde basınç uygulamaya, onları harekete geçirmeye çalıştık. Bilgilendirici yayınlar hazırlayarak yaygın bir biçimde dağıtılmasını sağladık.
Sadece bunları yapmakla yetinmedik. Aynı zamanda nitelikli mühendislik hizmetinin ve mesleki etik ilkelere bağlılığın güvenli yaşam tesis edilmesinde arz ettiği önemi kavrayarak meslektaşlarımızın daha donanımlı hale getirilmesi doğrultusundaki faaliyetleri olanaklarımız ölçüsünde, yer yer olanaklarımızı zorlayarak hayata geçirdik.
Şunu da belirtmeliyiz, meslek odamız depremi ve yapı güvenliğini 1999`dan sonra gündemine almadı. Kurulduğu 1954`ten bu yana deprem tehlikesi üzerine siyasi iktidarları uyardı, görüşlerini ilgili idare ve kamuoyuyla paylaştı. Hiçbir dönem sadece eleştiren bir tavra sahip olmadı; eleştirdi, önerdi, uygulamayı başlattı.
Ne yazık ki bütün öneri ve uygulamalar siyasi iktidarlar tarafından ya engellendi ya da yok sayıldı. Kamu otoritesi yapı üretim sürecinin ve kentleşmenin denetlenmesine izin vermedi.
İstanbul`un yapı stoku
Ülkemizde 20 milyonu aşkın yapı bulunmaktadır. Ayrıntılı bir yapı envanter çalışması yapılmadığı için bilgilerimiz kısıtlıdır ancak yapı stokunun en az yarısının güvenli olmadığı tahmin edilmektedir. Pek çok yapı ruhsatsız ve kaçaktır; bir başka ifade ile yapılarımız mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir.
İstanbul`un yapı stokunun mevcut durumu ülke genelinden farklı değildir. Hatta "kadim" kent olması nedeniyle olumsuzluk daha da görünür haldedir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 39 ilçe için hazırlanan "Deprem Kayıp Tahmini Kitapçıkları"nda yer alan bilgiler ışığında İstanbul`un yapı stokunun durumunun vahim olduğu anlaşılmaktadır.
Aynı şekilde kitapçıklarda olası bir İstanbul depreminde kaç kişinin hayatını kaybedeceği, yaralanacağı ya da evsiz kalacağına da dair tahminler de yer almaktadır. Elbette bu bir deprem senaryosudur. Üniversitelerin, bilim insanlarının İstanbul depremine dönük pek çok senaryo ürettiği bilinmektedir. En iyimser senaryolarda bile on binlerce yapının değişik düzeylerde hasar göreceği, yüz binlerce İstanbullunun hayatının tehlike altında olduğu ifade edilmektedir.
Evet, İstanbul tehlike altındadır
Kamuoyuyla defalarca paylaştık. İstanbul konut stokunun barındırdığı tehlikelere dikkat çektik. Özellikle depreme maruz kalmadan çöken binaları, yıkılan istinat duvarlarını, yarılan yolları vurgulu hale getirmeye çalıştık.
Bilindiği gibi merkez üssünün kilometrelerce uzakta olmasına rağmen 1999 Marmara depremi İstanbul`u da etkilemiş, 3 binden fazla bina değişik düzeylerde hasar görmüş, bine yakın vatandaşımız hayatını kaybetmiş, binlercesi yaralanmıştı.
13 Ocak 2017 tarihinde İstanbul Zeytinburnu`nda bulunan kendiliğinden yıkılan bina, 24 Temmuz 2018`de Beyoğlu Sütlüce Fuadiye Sokak`ta herhangi bir dış etkene bağlı olmadan çöken bina, Kartal Sema Sokak`ta 6 Şubat 2019`da kendiliğinden çöken bina, 10 Ekim 2018`de Bağcılar Kirazlı Sokak`ta yan parseldeki temel kazısı nedeniyle yan yatan bina, ve bununla birlikte kentin değişik noktalarında yıkılan istinat duvarları, yine kentin değişik bölgelerinde zemin kayması nedeniyle boşaltılan binalar İstanbul`u bekleyen tehlikeyi su üstüne çıkarmıştır. Yok sayılması, görmezden gelinmesi mümkün değildir.
Olası bir İstanbul depreminde yaşanacak can kaybı, ne yazık ki tahminlerin çok üstünde gerçekleşecektir. İstanbul Kartal Sema Sokak`ta kendiliğinden çöken tek bir binada bile 21 vatandaşımızı kaybettiğimiz göz önüne alınırsa, nasıl bir facia ile karşı karşıya bulunduğumuz daha net anlaşılacaktır.
Ayrıca Kartal faciası, afet sonrası organizasyonda ne kadar yetersiz olduğumuzu da açığa çıkartmıştır. Bir binada bile yetersiz kalan müdahale ve kurtarma çalışmalarının olası İstanbul depreminde nasıl hayata geçeceğini düşünmek bile kaygılarımızı kat kat arttırmaktadır.
Hamaset sorunları çözmüyor
1999 depremlerinden sonra, 2004 yılında toplanan Deprem Şurası`nda zamanın Başbakanı, "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" demişti. Ne yazık ki bu iddiayı doğrulayan bir süreç yaşanmadı. Bazı kamu binaları güçlendirildi, bazıları yıkılıp yeniden yapıldı; köprü ve viyadükler elden geçirildi. Ancak 16 milyon İstanbullunun yaşadığı binalar kaderine bırakıldı.
"Hamaset" ile gerçekler arasındaki uçurum mevcut durumu resmetmektedir. "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" vaadinin, diğer konuları bir tarafa bırakalım öncelikle mevcut yapı stokunun iyileştirilmesini içerdiği açıktır. Ne yazık ki iktidar yapı stokunun iyileştirmesi, yani bir kısmının güçlendirilmesi, bir kısmının ise yıkılıp yeniden yapılması için kentsel dönüşüm projeleri haricinde herhangi bir uygulamayı hayata geçirmedi.
Bugünkü kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar; kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılayamadığı gibi yeni sorun alanları yaratmıştır. Kentsel dönüşüm projeleri deprem riskinin fazla olduğu yerlerde değil, kentsel "RANTIN" en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır.
Ayrıca kentsel dönüşüm uygulamaları ile caddelerin, sokakların ve mahallelerin alt yapısı aynı kalmasına rağmen, hane sayısının artması aile sayısı ve nüfusun artması kentin demografik yapısını bozarak, fiziksel eşikleri zorlamakta, yeni trafik ve alt yapı sorunları yaratmaktadır. Tüm bunların yanı sıra özellikle ekonomik krizin büyümesi ile YIK-YAP anlayışı ile üretilen bu projelerin yarım kalması da vatandaşlarımızı mağdur etmiştir.
Öte yandan projektörler iktidar sözcülerinin kamuoyuyla paylaştığı bilgilere çevrildiğinde karşımıza çıkan tablo, kentsel dönüşüm projelerinin bırakalım kısa ve orta vadeyi, uzun vadede bile ihtiyacı karşılamasının mümkün olmadığını göstermektedir.
Örneğin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 11 Temmuz 2020 tarihinde yaptığı açıklamada, Türkiye`de 1,5 milyon, İstanbul`da ise 300 bin konutun acilen dönüştürülmesi gerektiğinden söz etti. Bakan Kurum aynı açıklamada, 2023 yılına kadar bu çalışmaların biteceğini sözlerine ekledi.
15 Ocak 2017`de ise dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, İstanbul`da 48 riskli alan tespit edildiğini, 250 bin konutun riskli olduğunu ifade etmişti.
İki bakanın da açıklamaları yaklaşık 300-350 bin konutta yaşayan tahmini 1,5 milyon insanın can güvenliğinin olmadığının devletin yetkili isimlerinin ağızdan kabul edildiğinin göstergesidir.
Kaldı ki dönüştürülmesi planlanan yapılara ilişkin 2023 vaadi de gerçekçi değildir.
Eylül 2019 depremi bir uyarıdır
2019`un Eylül ayı içerisinde İstanbul, peş peşe meydana gelen depremlerle sarsıldı. 17 Ağustos 1999`dan 20 sene sonra meydana gelen deprem, İstanbul`un 20 yıl arayla verdiği tepkiyi karşılaştırma şansı doğurdu.
Hatırlanacaktır: 1999 depremlerinde İstanbul yapı stoku güvenli olmadığı açığa çıkmıştı. 20 sene geçmesine rağmen yapı stokunda kayda değer bir iyileşme sağlanmadığı ortadadır.
1999 depreminde iletişim altyapısı çökmüş, haberleşmek imkânsız hale gelmişti. 20 sene sonra aynı durumla karşı karşıya kalınmıştır.
1999 depremlerinde ulaşım yolları ve deprem toplanma alanlarının yetersizliği, kurtarma çalışmalarını sekteye uğratmıştı. 20 sene sonra manzaranın değişmediğine tanık olunmuştur.
İstanbul`un depreme hazır olup olmadığına dair sorular ortadan kalkmış, olumsuz durum adeta sabitlenmiştir.
Gerçekten de Eylül 2019 depremi, yaklaşmakta olan olası İstanbul depreminin, büyük tehlikenin ayak sesiydi. Eylül 2019 depremi yüzümüze bir tokat gibi indi. Çünkü anlaşıldı ki İstanbul aradan geçen zaman zarfında depreme hazır hale getirilmemişti. Ne yapı stoku iyileştirilmişti ne de ulaşımdan haberleşmeye altyapı deprem koşullarında kullanılacak düzeydeydi. Deprem toplanma alanlarını yapılaşmaya açan, ulaşım güzergahlarına otopark yapan, kentsel dönüşüm projelerini rant değeri yüksek bölgelerden başlatan zihniyet, Eylül 2019 depremi vesilesiyle su üstüne çıktı.
İstanbul`un Eylül 2019 depremine verdiği tepki, 16 milyonluk kentin depreme hazır olmadığını, konutların deprem güvenliğinin bulunmadığını, milyonlarca İstanbullunun can güvenliğinin tehlikede olduğunu gösterdi.
Kanal İstanbul değil deprem güvenliği
Kanal İstanbul, 2011 yılında "çılgın proje" şeklinde isimlendirilerek kamuoyuna duyuruldu. Proje o günden bu yana tartışıldı; bilim çevreleri, üniversiteler, kent planlamacıları, ekonomistler, siyasetçiler, uluslararası ilişkiciler kendi pencerelerinden projeyi değerlendirdi.
Bizler de Kanal İstanbul Projesine kendi meslek alanımız bağlamında yaklaştık ve deprem-kent ilişkisi çerçevesinde projenin İstanbul`un intihar etmesiyle eşdeğer olduğu sonucuna vardık.
Evet Kanal İstanbul bir yıkım, bir intihar projesidir.
Her şeyden önce şu temel soru önem arz etmektedir: İstanbul`un ihtiyacı nedir?
Yanıtımız ise tartışmaya gerek bırakmayacak ölçüde açık ve nettir: İstanbul`un ihtiyacı depreme hazır hale getirilmektir. Ve kentin Kanal İstanbul gibi bir projeye ihtiyacı yoktur.
Bugün İstanbul 7 ve üzeri büyüklükte bir deprem beklemektedir. Yaşanacak bir deprem ile yapı stokunun en az %25`i kullanılamaz hale gelecektir. Yapı stoku yenilenmediği veya güçlendirilmeği takdirde deprem yıkımının faturası oldukça ağır olacaktır. Oysa İstanbul, Kanal Projesiyle çok daha riskli hale getirilmiştir. 1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı sürekli olarak değiştirilmekte, İstanbul`un en stratejik bölgesi olan bu bölge yeni bir yapılaşmanın cazibe merkezi haline getirilmektedir.
Önceden Katar Şeyh`lerinin ve iktidara yakın çevrelerin almış oldukları arsa ve araziler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından plan değişikliği yapılarak İstanbul`un geleceği ranta ve depremin insafına terkedilmektedir! Birçok AVM ve Gökdelenin yaratmış olduğu risklere ilave olarak Kanal Projesi ile yeni risk alanları oluşturulmaktadır. İstanbul, sürekli olarak korku içinde yaşayacağı bir bilinmezliğe ve geleceksizliğe teslim edilmek istenmektedir.
Kanal İstanbul`un kamuoyuna yansıyan tahmini maliyetiyle İstanbul`un, yaşadığımız konutların deprem güvenliğini sağlamak pekâlâ mümkündür. Hiç şüphe yok ki Kanal İstanbul için ayrılacak bütçe, altyapı, ulaşım, toplu taşımacılık, derelerin ıslahı, deprem önlemleri, güçlendirme çalışmaları, tarihsel değerlerin korunması ve benzeri yatırımlara aktarılırsa açık ki İstanbul daha yaşanabilir bir kent olacaktır.
Bırakalım böyle bir bütçenin sağlayacağı faydaları, gerçekleştiği takdirde Kanal İstanbul`un kenti yeni sorunlarla karşı karşıya bırakacağı açıktır.
Gerçekleşecek konut ve iş merkezi projeleri nedeniyle sadece İstanbul`un değil bütün bir bölgenin nüfusu yoğunlaşacaktır. Bu durum altyapı ve ulaşım sorununu kat be kat artacaktır. Ancak daha da önemlisi, deprem beklenen bir bölgede nüfus yoğunluğunu artırmak açıktan cana kastetmektir.
Kanal İstanbul nedeniyle kent fiili olarak bölünecektir. Olası bir depremde bölünmüş bir kentin yaratacağı sorunlar, kurtarma çalışmalarını doğrudan etkileyecektir. Mevcut durumda deprem sonrası ulaşım güzergâhları yok edilen bir kentin bölünmüş hali deprem sonrası müdahaleyi mümkün olmaktan çıkaracaktır.
Kanal İstanbul`un bölgenin ekosistemine, su havzalarına, yeraltı sularına, yeşil alanlara, vereceği zararlar bir başka tartışmanın konusudur ve deprem güvenliğini dolaylı yönden etkilemektedir. Ancak ilk adım itibariyle proje kapsamında bulunan yollar, köprüler, konutlar, iş merkezleri doğal hayatı olumsuz yönde etkileyecektir. Zaten kronik sorunların altına ezilen İstanbul`un bu yükü taşıması mümkün değildir.
Bu nedenle henüz vakit varken ve henüz İstanbul harap olmadan, Kanal İstanbul Projesinden vazgeçilmelidir. Bırakalım Kanal İstanbul için aktarılacak kaynağın doğru kullanımını, başta İstanbul olmak üzere bütün bir ülkeyi depreme hazırlamak için ulusal seferberlik ilan edilmeli, güvenli bir yaşam inşa etmenin ulusal bir mücadele olduğu tescil edilmelidir.
Sorunun kaynağı
Sorunun kaynağı bellidir: Türkiye bir deprem ülkesidir. Topraklarının yüzde 66`sı 1. ve 2. derece deprem kuşakları üzerindedir. Nüfusumuzun yüzde 70`ini barındıran 11 büyük kent ile büyük sanayi kuruluşlarımızın yüzde 75`i deprem bölgesindedir. 526 yılı Antakya`dan 2020 Elazığ-Sivrice`ye kadar coğrafyamızda sayısız deprem meydana gelmiş, yüz binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Deprem ülkesi olan Türkiye`de ne yazık ki yapıların deprem güvenliği yoktur; altyapıdan ulaşıma kentler deprem tehlikesine uygun düzenlenmemiştir.
Türkiye`nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği ne yazık ki yapı üretim sürecinin denetimsizliğiyle birleşti ve karşımıza bugünkü tablo çıktı. Son birkaç yılda meydana gelen İstanbul, Elazığ, Manisa ve Malatya depremleri ve yapıların verdiği tepki, bu gerçeği bir kez daha yüzümüze vurdu. Var olan yapı stokunun deprem riski giderilememiş, "yara sarma" anlayışıyla günün kurtarılmasına çalışılmıştır.
Yapı stokunun iyileştirilememesi bir yana dere yatakları imara açılarak sağlıksız ve güvenlikten yoksun yapılaşma devam etmiştir. Kentler betona teslim edilmiştir; son dönemde boşaltılan askeri alanlar bile imara açılmıştır. Bu durumun bölgelerde nüfus ve yapılaşma yoğunluğuna yol açacağı açıktır. Kentler ranta göre düzenlenmiş, kentsel dönüşüm projeleri bu doğrultuya yönlendirilmiştir.
Yapı denetim sistemi ya hiç uygulanmamış ya da piyasa şartlarına açılarak denetim zaafa uğratılmıştır.
Aynı şekilde yapı malzemelerinin üretiminde de sağlıklı bir denetim mekanizması kurulamamıştır. Yapı stokunun kısa sürede iyileştirilme yönündeki beklenti karşılıksız kalmış, hatta imar aflarıyla kaçak ve güvensiz yapıların mevcudiyetlerinin devam etmesine izin verilmiştir. Deprem toplanma alanları oluşturulmamış, oluşturulanlar yapılaşmaya açılmış, deprem sonrası kullanılacak ulaşım güzergâhları yok edilmiştir.
İnşaat mühendisliği mesleği nitelikli hale getirilmemiş, meslek odaları işlevsizleştirilmiş, mesleki etik ilkelerin kabulü, yaygınlaştırılması ve içselleştirilmesine olanak sağlanmamıştır. Vurdumduymazlık, bilim dışılık, haksız kazanç elde etme gibi olumsuz yönler ortadan kaldırılacağına adeta teşvik edilmiştir.
İstanbul`un makûs talihi değiştirilebilir
Şu noktanın anlaşılması gerekmektedir: Deprem bir doğa olayıdır ve Türkiye bir deprem ülkesidir.
İnşaat mühendisliği her zeminde ve her şart altında güvenli ve sağlıklı yapılaşmanın gerçekleştirilebileceğini kanıtlamıştır. Sağlıklı zemin etüdü, zemine uygun tasarım, eksiksiz yapı denetim sistemi gerçekleştirildiği takdirde, doğa olayı olan depremin doğal afete dönüşmesi mümkün değildir.
Tüm ülke toprakları inşaat sektörünün bir arazisi olarak görülmemeli, bilimsel bilgi ve kent planlaması kapsamında ve ihtiyaç temelli yapılar yapılmalıdır. Sorun, depremin kendisi değil ranta dayalı uygulanan politikaların doğurmuş olduğu sonuçlardır.
Kentsel planlama deprem tehlikesini gözeten bir anlayışla yapılır, nüfus ve yapılaşma yoğunluğu kentin ihtiyacıyla uyumlu şekilde gerçekleştirilirse geleceğe dönük kaygılar azaltılacaktır.
Ancak bugün için acilen yapılması gereken, 16 milyon İstanbullunun yaşadığı konutların güvenliğini sağlamaktır. Yapı stokunun zamana yayılarak iyileştirileceğine dair hedeflerin ikna edici olmadığı açıktır. 21 sene boyunca gerçekleştirilmeyen iyileştirme çalışmalarının tamamlanmasını beklemek dışında herhangi somut bir öneri yoktur. Bu durum ne zaman meydana geleceği bilinmeyen depremi bekleyen İstanbullular için hiçbir şey ifade etmemektedir.
Bilim insanları İstanbul depreminin her geçen gün yaklaştığını belirtmektedir. Bunun görmezden gelinmesi, yok sayılması mümkün değildir. Dolayısıyla bir an önce merkezi yönetim, yerel yönetim, ilgili meslek disiplinleri ve vatandaş işbirliği sağlanmalı; riskli binaların tespiti hızla sonuçlandırılmalı, yıkma-yapma ve güçlendirme çalışmaları vakit kaybetmeden tamamlanmalıdır. Bu yapılmazsa yıkımın ve can kaybının büyük olacağı açıktır.
İstanbul`un makûs talihini yenmek mümkündür. İstanbulluların kendilerini güvende hissedebileceği düzenlemeleri hayata geçirmek siyasi iktidarın tercihlerinin değişmesi ile sağlanabilir. Tercih insan olduğu sürece çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Ancak tercih Kanal İstanbul gibi projelere kaynak akıtarak kentsel rant yaratmaksa, depremde ortaya çıkacak tablonun sorumluluğu hiç şüphe yok ki bu tercihi kullananların olacaktır.
Nusret SUNA
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı