ODAMIZ YÖNETİM KURULU BAŞKANI TANER YÜZGEÇ`İN TMMOB DANIŞMA KURULU`NDA YAPTIĞI KONUŞMA
İnşaat Mühendisleri Odası olarak, Danışma Kurulunun, aynı zamanda bir dayanışma meclisi, yani bir dostlar meclisi şeklinde cereyan etmesi gerektiğine inanıyoruz
Eklenme Tarihi: 15/01/2013
Sayın Başkan,Sayın divan
Danışma Kurulumuzun Değerli Üyeleri,
Sevgili Meslektaşlarım,
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Zor günlerden geçtiğimizi biliyoruz. Hem ülkemizin hem Birliğimizin hem de Odalarımızın meşakkatli günler yaşadığı açık.
Böylesi günlerde dostlarla bir araya gelmenin, fikir alış verişinde bulunmanın, eleştiri ve önerileri paylaşmanın önemini ifade etmek isterim.
İnşaat Mühendisleri Odası olarak, Danışma Kurulunun, aynı zamanda bir dayanışma meclisi, yani bir dostlar meclisi şeklinde cereyan etmesi gerektiğine inanıyoruz.
Özellikle de İnşaat Mühendisleri Odası`nın, danışmaya ve dayanışmaya ihtiyacı olduğunu vurgulamak istiyorum.
Değerli Arkadaşlar,
AKP iktidarı "ustalık" dönemini yaşıyor.
Doğru söze ne denir? Ancak bir sorun var bu tanımda.
Çünkü ustalaştıkça, demokrasi azalıyor; yoksulluk çoğalıyor; ölümler artıyor; ustalaştıkça kentler yağmalanıyor; AKP ustalaştıkça ülkemiz savaşa sürükleniyor.
Ustalık dönemi aslında "büyük taarruz" dönemi olarak da adlandırılabilir.
İlk iki hükümet dönemini şöyle bir anımsarsak; Türkiye özelleştirmede dünya birinciliğini yakaladı, eğitimden sağlığa kadar hemen bütün kamusal hizmetler paralı ve pahalı hale getirildi. Özel okullar, özel hastaneler mantar gibi çoğalmaya başladı. Sosyal devlet uygulamaları gözle görülür oranda geriledi. İnşaat sektörü neredeyse tamamen TOKİ`ye teslim edildi.
İlginç bir noktadadır: ilk iki hükümet döneminde deprem tehlikesi ve deprem önlemleri hükümet programlarında sözcük olarak dahi geçmedi.
Yargı, üniversiteler, medya ve kamu kurumlarında Cumhuriyet tarihinde görülmedik şekilde kadrolaşma gerçekleştirildi.
İktidar el değiştirirken, aynı zamanda sermaye de el değiştirmeye başladı.
İktidara yakınlığı ile bilinen sermaye grupları özellikle medya ve eğitim alanında hâkimiyetini ilan etti.
Türkiye iklimi, yenidünya düzeninin ekonomik ve kültürel unsurlarının belirleyiciliğine geçti.
Özellikle çalışma yaşamında köklü değişiklikler gerçekleştirildi. Çalışma yaşamına güvencesizlik ve taşeronlaşma dahil edildi.
Sendikalar geriletildi, mevcut sendikalar siyasi iktidara yakın unsurların hakimiyetine geçti, diğerleri güçsüzleştirildi.
Değerli Üyeler,
İlk dönemlerde yürütülen komşularla sıfır sorun politikasından, ülkemizin savaşın eşiğine kadar gelmesi tam bir ustalık örneği oldu.
Bundan iki yıl önce Tayip Erdoğan ile Beşar Esat`ın, can ciğer kuzu sarması ilişkileri vardı. Yedikleri içtikleri ayrı değildi.
Dostum Esat`tan, düşmanım Eset`e geçiş o kadar hızlı ve şaşırtıcı oldu ki, yandaş kalemlerin yeni duruma adaptasyonu bile zaman aldı.
Erdoğan`la Esat kardeşlerin ilişkisine büyük abiden itiraz gelince, Türkiye sırtını komşularına, yüzünü ise ABD`ye döndü.
Türkiye`nin savaşa girmediğini kim iddia edebilir ki?
Suriye muhaliflerine kapılarını açan, silahlı muhaliflerin sınırı rahatça gelip geçmelerini sağlayan, kendi subaylarını Suriye içlerine kadar gönderen, Özgür Suriye Ordusu denen ABD yandaşı gruba askeri eğitim veren ve silah sağlayan bir ülkenin savaşa dâhil olmaması mümkün mü?
Tayyip Erdoğan ülkemizi savaşa sokmuştur, ateşe atmıştır, ABD`nin bölgedeki taşeronluğunu yapmaya çok hevesli olan siyasi iktidar, komşu ülkeler arasında asla kapanmayacak bir yara açılmasına sebebiyet vermiştir.
Her fırsatta etnik ayrımcı bir dil kullanan, mezhep farklılığına vurgu yapan, ülkeyi bir mezhep hattına yerleştiren Başbakan, Suriye gerginliği nedeniyle, Alevi-Sünni çatışmasının uç vermesine de uygun bir siyasal ortamın yaratıcısı olmuştur.
Değerli Meslektaşlarım
Böylesi bir siyasal atmosferin içerisinde Kentsel dönüşüm projelerinin de ustalık dönemine denk gelmesine elbette dikkat çekmek gerekmektedir.
Ancak aynı zamanda, kentsel dönüşüm projeleri için düğmeye basılmadan önce, TMMOB ve bağlı Odaların etkisizleştirilmesi, güçsüzleştirilmesine dönük mevzuat değişikliklerinin yapılmasının da manidar olduğu hatırlanmalıdır.
Ülkemiz topraklarının neredeyse tamamı, değişik düzeylerde de olsa deprem kuşağında bulunuyor.
Bu gerçeklik, yapı stokumuzun haldeki durumuyla birleştiğinde karşımıza vahim bir tablo çıkıyor.
Türkiye`de halen 19 milyon civarında olduğu bilinen yapı stokunun ayrıntılı bir envanteri çıkarılamadığı için yapıların depremde nasıl bir davranış sergileyeceği bilinmediği gibi, mevcut binaların %67`sinin ruhsatsız, %60`ının 20 yaşından büyük olduğu gerçeği de göz önünde bulundurulduğunda, ülkemizi bekleyen tehlikenin boyutları ortaya çıkmaktadır.
İktidarın kentsel dönüşüm projelerini meşrulaştırdığı nokta bu vahamettir ancak tam da bu noktaya mim koymak ve gerçekçi bir tartışma yapmak durumdayız.
Bildiğiniz gibi Afet Riski Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun bir yıl önceki Van depreminin akabinde dillendirildi ve geçtiğimiz bahar aylarında hayata geçirildi. 4 Ağustosta Yönetmeliği çıkarıldı ve Bakan Erdoğan Bayraktar, 5 Ekim`de, 35 ilde ve 40 noktada 6 bin konut, işyeri ve benzeri yapıları kapsayan yıkım çalışması için düğmeye basılacağını ilan etti.
Oysa ki daha bir yıl önce Başbakanlığa bağlı AFAD koordinasyonunda oluşturulan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planında şöyle denmektedir : "Başta okul ve hastaneler olmak üzere, mevcut binaların sayısı ve tipolojisi belirlenecek, ayrıca bina kimlik sisteminin geliştirilmesine çalışılacaktır." "Bina envanterinin ve binaların hasar görebilirliklerinin değerlendirilebilmesi için öncelikle mevcut bina sayısının ve tipolojisinin belirlenmesi gerekmektedir."
Eylem Planı bu envanterin çıkarılabilmesi için 2012-2017 yılları arasında 5 yıllık bir çalışmayı öngörmüştür.
Peki nasıl olmuştur da Bakan Erdoğan Bayraktar, kendi kurumlarının bile bilmediği bir bilgiyi yani Türkiye`de 7 milyon yıkılması gereken binanın varlığını ifade edebilmiştir?
Daha yönetmeliği bile iki ay önce çıkmış iken, yıkılması için düğmeye basılan 6 bin bina nasıl, neye göre ve kimler tarafından tespit edilmiştir?
Bu durum bile "Kentsel Dönüşüm" uygulamaları için, depremi nasıl istismar ettiklerini ve asıl niyetlerinin ne olduğunu ortaya koymaktadır.
Değerli Meslektaşlarım,
Kentsel Dönüşüm diye bilinen yasa ve bağlı Yönetmeliği;
Olağan üstü yetkilere sahip Otoriter ve anti demokratiktir. Çünkü tüm yetkiler tek elde toplanmaktadır. Orman, tarım arazileri, kıyı alanları, meralar, zeytinlikler, doğal ve kentsel sit alanları bu kanun ile yapılaşmaya talana açılabilecektir.
Kamu idaresinin elindeki yaptırım gücünün yasanın uygulanması yönünde devreye alınacak olması, yasanın zorbalıkla uygulanacağını göstermektedir ki, anlaşmayı benimsemeyen mahallelerin veya konutların her türlü kamu hizmetinden mahrum bırakılacak olması temel insan haklarına aykırılık içermektedir.
Uygulamalar esnasında, tespit eden, karar veren, hak sahipliğini belirleyen, ne kadar hak verileceğini tayin eden, itirazları değerlendiren devlet kuruluşlarının kendisidir. Bu duruma karşı insanların hak arama hürriyetleri bile engellenmiştir. Dava açma süreleri kısaltılmış, idare mahkemelerinin yürütmeyi durdurma kararı vermesi engellenmiştir.
Bu yasa hazırlanırken, her alanda ve her konuda olduğu gibi iktidar partisi, ben yaptım oldu anlayışıyla hareket etmiştir.
Yasa çıkarken ne bu işin asıl tarafı olan mahalleliler, ne meslek odaları, ne üniversiteler ne sivil örgütlenmelerin görüşünü alınmıştır.
Sonuç olarak değerli arkadaşlar,
Yasanın bir bütün olarak hukuki-mesleki analizini yapmak bir başka zeminin işidir ancak buradan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yasa, deprem tehlikesini ve yapı stokunu bahane ederek, kentlerimizi sermayeye peşkeş çekecek, büyük mağduriyetlere yol açacak, yoksullar borçlandırılacak, yeni kurulacak mahallelerin sosyal dokusu yoksulları barındırmayacak ve dışına atacaktır.
Kentsel dönüşüm projelerinin sosyal, siyasal sonuçları ise önümüzdeki dönem toplumsal muhalefetin başat konularından biri olacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Ülkemiz ve meslek alanlarımız böylesi bir atmosferde iken Odamız bir başka sorun ile uğraşmak zorunda kalmaktadır.
Biliyorsunuz ve izliyorsunuz ki, Odamızın eski çalışanı Cansel Malatyalı, epey bir süredir, hizmet binamızın önünde bulunuyor. Sanıyorum 20 günden bu yana da açlık grevini sürdürüyor.
Bu konuda heyetinizi bilgilendirmeden önce, yaşananları onaylamadığımı, talihsiz ve tatsız bulduğumu söylemek istiyorum. Süreç içerisinde konu ile ilgili o kadar çok metin yayımlandı ki, burada bütün süreci, yaşananları ifade etmek mümkün olmayacak.
Görüş ve değerlendirmelerimi özetleyerek dikkatlerinize sunmak istiyorum. Şöyle ki;
? Cansel Malatyalı`nın iş akdi, bir gün ansızın ve keyfi bir biçimde feshedilmemiştir.
? İMO`yu bu kararı almaya iten nedenlerin süreci hayli geriye gider.
? Defalarca uyarılmasına rağmen, durumda herhangi bir değişiklik olmadığı için istemeyerek de olsa bu yola başvurulmuştur.
? Bütün ekonomik, sosyal hakları kendisine verilmiştir.
? O günden bu yana Malatyalı, işe iade talebiyle binamız önünde oturmaya başlamıştır.
? Cansel Malatyalı`nın destekçisi bazı çevreler, TMMOB`yle, İMO`yla tarihsel hesaplaşmalarını Cansel Malatyalı üzerinden yapmaya kalkışmışlar, genel kurullarımızda kargaşaya yol açmışlardır.
? Yönetim katının işgal edilmesi, kapıların kırılması, içerdeki eşyalarla barikat oluşturulması, binayı kullanan personel ve yöneticilerin sözle taciz edilmesi, iftira ve karalama kampanyasının çirkin bir hal alması, İMO yöneticilerinin yakışıksız bir biçimde dergi kapağında afişe edilmesi diyalogu tamamen ortadan kaldırmış, çözüm yolunu tıkamıştır.
? İMO önünde aylardır fiziki ve fiili bir durum yaratılmıştır. Yönetim katı işgal edilmiştir. İMO çalışamaz durumda bırakılmak istenmektedir.
? Ne yapmamız bekleniyor. İMO`nun üyeleri ve personeli dışında herhangi bir militan gücü yoktur; İMO, hiçbir siyasal güçle organik ilişkide değildir. Militan bir güç, kapı önünü ve yönetim katını işgal ettiğinden, savcılık ile kolluk güçlerine başvurmak durumunda kalınmıştır.
? Yaşanan tatsızlıkların nedeni budur. Herkesin adını sanını bildiği bir politik grup bütün militan gücünü İMO önünde vardiya usulü tutmaktadır.
? Malatyalı`nın sorunu ile bu çevrelerin sorunu aynı değildir, aralarında uçurum vardır.
? Ancak ne yazık ki Malatyalı, bu çevrelerin etkisi altındadır.
? Bu nedenle, başka kurumlar ve şahıslar tarafından kendisine önerilen işleri reddetmektedir.
? Yaşanan onca olaydan sonra Cansel Malatyalı`nın işe geri alınması mümkün değildir. Açlık grevine başlaması sonucu değiştirmeyecektir. Malatyalı eski çalışanımızdır, öyle kalacaktır.
? "İşçi-işveren" arasındaki iş akdinin sonsuz bir zamanı tarif etmediğini, meşru sebeplerle ve yasal haklar ödenmek koşuluyla her kurumun çalışanıyla yollarını ayırma hakkı olduğunu, aynı şekilde, her çalışanın da daha iyi olanaklara sahip olacağını düşünerek iş değiştirme hakkının bulunduğunu hatırlatıp, ne burjuva ne de işçi sınıfı hukuku bağlamında tavrımızı sorunlu görmediğimizi bir kez daha hatırlatıyorum.
? Eski çalışanımızın sağlığı tehlikededir. Bu işin sorumlusu, Cansel Malatyalı üzerinden politik çıkar sağlamaya çalışan çevredir. Bir an önce bu duruma son verilmelidir. Bu süreçte, şu ya da bu niyetle "sorunun" çözümü doğrultusunda girişimlerde bulunan kurum, çevre ve kişilere, "açlık grevi"ni sonlandırma yönünde sorumluluk düşmektedir
? Buradan sizlerin karşında bir kez daha Cansel Malatyalı`yı destekleyen ve işin bu noktaya taşınmasına sebebiyet veren çeşitli kurum temsilcilerine sesleniyorum. TMMOB ve İMO`yla tarihsel hesaplaşma peşindeki bazı çevreler Cansel Malatyalı`nın hayatı üzerinden tehlikeli bir oyuna kalkışmıştır. Bu oyunun bir parçası olmayın. Farklı politik saiklerle, bir insanın hayatıyla, sağlığıyla oynanmasına izin vermeyin, işin ciddiyetini artık idrak edin.
? Bu kurumlara bir çağrım daha var: Cansel Malatyalı`nın mağdur olduğuna inanıyorsanız ve bu konuda samimiyseniz, İMO`ya akıl vermekten ziyade, Cansel Malatyalı`yı kurumunuzda istihdam etmeyi düşünün.
Değerli arkadaşlar,
Değerli TMMOB üyeleri,
Gericiliğin, savaşın, yoksulluğun, baskı ve zulümün cenderesinde bir ülkede sanırım en kolay iş, İMO`nun önünde gösteri yapmaktır. Onlar bu kolay işi yapmaya ve bu orta oyununda rol almaya devam etsinler, bizler işimize bakacağız.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.