İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ 48. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU ve SEÇİMLERİ YAPILDI.

Eklenme Tarihi: 14/02/2022

İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ
48. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU ve SEÇİMLERİ
12-13 Şubat 2022 / Cemal Reşit Rey Konser Salonu


Şubemizin 48. Dönem Olağan Genel Kurulu 12 Şubat 2022 tarihinde Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleşti. 47. Dönem İMO İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı Nusret SUNA tarafından açılan genel kurulda divan başkanlığına H. Ülkü ÖZER, divan başkan yardımcılıklarına Habip Canbilen ve Hamza KILIÇ, yazmanlıklara ise Sümeyra KARAHAN ve Emine DOĞUERİ seçildi.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından Genel Kurul, İMO İstanbul Şubesi 47. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Nusret SUNA’nın açılış konuşmasıyla başladı. 47. Dönemde yapılan Şube çalışmalarına değinen SUNA, kent, ülke ve mesleğimize ilişkin sorunlara değindi. Deprem, İstanbul’daki yapı stoku, kamu ihale kanunu, İstanbul’un ulaşımı ve Kanal İstanbul gibi birçok kent sorunu ve şantiye şefliği, iş, istihdam ve işsizlik gibi konuları içeren bir konuşma yapan SUNA, “Bugün 48. Genel Kurul için toplandık. Bir taraftan sorunlarımızı tartışacağız diğer taraftan önümüzdeki çalışma döneminde çalışacak olan yetkili kurulları belirleyeceğiz. Biliyorsunuz üç dönemdir şube başkanlığı görevini sürdürüyorum. Önümüzdeki dönem için aday değilim. Bu nedenle genel kurul benim açımdan hayli duygusal özellikler taşıyor. Üç dönem şube başkanlığı yaptım, ondan önce yönetim kurulu üyesi olarak mesleğe hizmet etmeye çalıştım. Bu zaman zarfında şubede ve Oda merkezimizde faaliyeti yürütülen pek çok kurul ve komisyonlarda görev üstlendim. Evet duygusal bir atmosferle karşı karşıyayım. Ancak daha ziyade şu noktayı önemsiyorum. Şubemiz bundan sonra da yürüyüşüne liyakate sahip, donanımlı kadrolarla devam edecektir. Kamu ve toplum yararını gözeten mühendislik anlayışından uzaklaşılmamasını, geleneğe sahip çıkılmasını, mesleki etik ilkelere sıkı sıkıya bağlanılmasını, mesleğimizin ve meslektaşlarımızın sorunlarının çözümünün şimdiye kadar olduğu gibi temel mücadele konusu yapılmasını temenni ediyorum. Ülkemizin, vatandaşlarımızın böyle bir meslek örgütüne ihtiyacı bulunuyor. Şube genel kurulumuzun bu ihtiyacı karşılayacağına inanıyorum. Hiç şüphe yok ki bu bir bayrak yarışıdır. Eksiğiyle, gediğiyle bayrağı teslim etme günü geldi çattı. Görev sürem boyunca hatam olduysa, istemeden kalbini kırdığım arkadaşlarım varsa aflarına sığınıyorum. Görev alacak arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Her daim yanlarında olacağım. Konuşmama son verirken sağlıklı günler diliyor, sizleri saygı ile selamlıyorum.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

SUNA’nın ardından Oda 2. Başkanı S. Gülsün PARLAR konuştu. Parlar şöyle konuştu: “İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul şubesi 48.dönem genel kurulunun verimli geçmesini ve mesleğimiz, meslektaşımız, şehrimiz ve toplumumuz için faydalı sonuçlar çıkarmasını dileyerek İnşaat mühendisleri odası yönetim kurulu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yaşadığımız küresel salgın nedeniyle uzun süre ayrı kaldıktan sonra, salgın koşulları devam etse de siz değerli meslektaşlarımızla bu kıymetli ortamda bir araya gelebilmek, yüz yüze, göz göze bakabilmek paha biçilmez bir zenginlik.

Bilimsel verilere göre, deprem tehlikesi açısından yeryüzünün en tehlikeli olmasa da en büyük deprem hasarlarının ve kayıplarının yaşanabileceği bir yerleşim yeri olarak tanımlanan İstanbul’da mesleğini icra eden inşaat mühendisleriyiz. Bu kadim şehirde, bir taraftan, yeni yapıların tasarlanmasında, uygulanmasında ve denetlenmesinde can ve mal güvenliğini sağlamak adına çok büyük sorumluluklarımız varken, diğer taraftan da İstanbul’un mevcut yapı stoku, nadide tarihi varlıkları, özel kimlik sahibi çevreleri ve ekonomik altyapısı ile görebileceği kayıpları azaltmak konuları mesleki faaliyetlerimizin eksenine oturmuş durumdadır. Bu anlamda, mesleki bilgiyi geliştirme, eksiklerimizi tamamlama, doğru tasarım ve yapım tekniklerini takip edebilme, mesleğimizin itibarını koruma, kamu çıkarlarını gözeterek mesleğimizi icra etme noktasında, etkin bir kurumsal yapının önderliğine ihtiyaç duymaktayız. Şüphesiz ki bu kurum, bugün çatısı altında toplandığımız inşaat mühendisleri odasıdır.
Hepimizin bildiği gibi İnşaat mühendisleri odası Anayasal bir kuruluştur. Mevzuatı öncelikle hiç şüphesiz ki Türkiye Cumhuriyeti anayasasıdır. Kuruluşu, görev ve sorumlulukları, amaç ve ilkeleri Anayasa’nın 135. maddesi ile tanımlanmıştır ve bu madde, odanın kamu kurumu niteliği ile toplumsal yarar ilkesini tescil etmiştir. Dolayısı ile inşaat mühendisleri odası, anayasadan ve yasalardan aldığı yetki ile, meslektaşların ve halkın çıkarlarını gözetmeli, meslek mensuplarının halk ile ilişkisini güven temelinde sağlamalı ve kamu idaresinin toplum yararına olmayan kararlarına karşı çıkmalıdır. Bu çerçevede; Örneğin, mühendislik biliminin gereklerine aykırı olan uygulamalara karşı çıkmaktadır. Deprem tehlikesini, çalışmalarının eksenine oturtmayan bir planlama girişimine karşı çıkmaktadır. Su havzaları ve yeşil alanların talan edilmesine karşı çıkmaktadır. Örneğin, deprem hasarlarını azaltmak için kullanılabilecek kaynak ve emeği engelleyen plansız projelere karşı çıkmaktadır.
Örneğin, kuzey Anadolu fayının Marmara denizine uzantısının 11 km yakınında yer alacak olan Kanal İstanbul projesine, inşaat mühendisliği, deprem mühendisliği bilimine aykırılıkları ve olası İstanbul depremi sonrasında afet yönetimine olumsuz etkileri nedeniyle karşı çıkmaktadır. Yaklaşık 16 km’lik güney kısmında yüksek sıvılaşma potansiyeli gösteren ve ÇED raporunun 19 numaralı ekinde, “yarı akışkan bir malzeme olarak genel zemin mekaniği kuramları ile değerlendirilemediği” söylenen zemin yapısına oturacak kanalın ve geçiş yapılarının sahip olduğu riskler nedeniyle karşı çıkmaktadır. İnşaat Mühendisleri Odası, en çılgın projenin, olası İstanbul depreminde sıfır can kaybı sağlayacak proje olduğunu düşünmektedir.

Bu örneklere baktığımızda, İnşaat Mühendisleri Odası’nın, bilimsel ve akılcı düşünceye uygun olan, meslek sorunları ile ülke sorunlarının, meslektaş sorunlarıyla toplum sorunlarının sarmal bütünlüğüne göre geliştirilen söylemlerini sığ politik söylemler olarak değerlendirmek, gerçekleri söylemeyin demekle eşdeğerdir. Hangi üyemiz gerçekleri öğrenmekten rahatsız olmaktadır? İnşaat Mühendisleri Odası toplumdaki güvenirliğini, referans kurum olmasını gerçekleri söyleyerek kazanmıştır.
Değerli meslektaşlarım. Tüm yaşam alanlarımızda olduğu gibi mesleğimizde de zor zamanlar yaşıyoruz. Ancak, bilime inanan biz meslek mensupları, yaşananların gelip geçici olduğunu, Ekonomik-siyasal-yönetsel-kültürel nedenlerin yarattığı sancının, umutla, sabırla, emekle, bilimin ışığı ile aşılacağını biliyoruz.
Diğer taraftan, Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda Cumhuriyetin imarlaşma sürecinde yer alan ve kuruluş sürecinin sancılarının aşılması yolunda mesleki bilgileriyle birlikte hayatlarını da ortaya koyan inşaat mühendislerini ve onların hayata geçirdikleri cumhuriyetin ilk yapılarını düşününce, umutsuzluğun aynı zamanda cumhuriyete ve cumhuriyet devrimlerine de ihanet olacağı açıktır. Bu günler geçecek, inşaat mühendisleri bilimin ışığında, cumhuriyetin aydınlığında umutla geleceği inşa etmeye devam edeceklerdir.

Çok zor bir dönemde meslektaşlarının ve toplumun yararına çok verimli çalışmalar gerçekleştiren İnşaat mühendisleri odası İstanbul şubesi 47.dönem yönetim kuruluna ve özellikle değerli başkanımız Nusret Suna’ya emekleri için şükranlarımı iletiyorum. 48. dönem için aday olan meslektaşlarımıza başarılar diliyorum. Hepiniz sağlıcakla kalınız.”

Konuk konuşmacılar bölümünde İstanbul Milletvekili Hayrettin NUHOĞLU, İstanbul Millet vekili Emine Gülizar EMECAN, İstanbul Milletvekili Gökhan ZEYBEK yer alarak ülke ve kent sorunlarına yönelik görüşlerini aktardılar ve genel kurula başarılar dilediler.

Çalışma Raporunun okunması ve değerlendirilmesi gündeminde İMO İstanbul Şubesi 47. Dönem Sekreter Üyesi Evren KORKMAZER tarafından Şubemizin 2020-2022 yılları içinde yapmış olduğu çalışmalar özetlenerek sunuldu.

Uygarlık Mühendisleri Başkan adayı Cevdet ŞENTÜRK konuşmasında İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 48. Dönem Yönetim Kuruluna neden aday olduklarını yönelik değerlendirmelerde bulundu ve Uygarlık Mühendislerinin hedeflerine yönelik bir konuşma yaptı.

Çağdaş İnşaat Mühendislerinin Başkan Adayı E. Fusun SÜMER, ülke genelindeki ekonomik krize ve yaşanan pandemi sıkıntılarına değinerek başladığı konuşmasında “Fransız düşünür Albert Camus ‘Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın’ demiş. Biz bir ülkede sadece nasıl ölündüğüne değil aynı zamanda nasıl yaşandığına da bakıyoruz. Zaten öylesine iç içe geçmiş kavramlar ki. Ve biz hepimizin iyi yaşamasını istiyoruz. Eğer bir ülkede demokrasi gelişmemişse, hayat nitelikli değilse, kentler yaşanabilir olmaktan uzaksa, insanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa, maalesef Camus’un dikkat çektiği nokta da kendiliğinden açığa çıkıyor. Depremde ölüyoruz, su taşkınında ölüyoruz, salgında ölüyoruz, iş kazalarında ölüyoruz, trafikte ölüyoruz, toplumsal-siyasal gerginlik kaynaklı olaylarda ölüyoruz. Bütün bunlar nasıl bir hayatımız olduğuna dair güçlü izler taşıyor aslında. Aynı depremde Yunanistan’da iki kişi ölüyor, ülkemizde 100’ü aşkın vatandaşımızı kaybediyoruz. Geçtiğimiz sonbahar aylarında Karadeniz bölgesinde yaşanan sel felaketinde yine 100’den fazla insanımızı kaybettik. Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde dere yatağında apartmanda yaşadıkları için insanlar öldü. Nasıl yaşadılarsa öyle öldüler. Ve bu bizim içimizi acıtıyor. Sadece insan olduğumuz için değil aynı zamanda inşaat mühendisi olduğumuz için ve bütün bu ölümlerin önlenebilir olduğunu bildiğimiz için içimiz fena halde acıyor.” dedi.

Konuşmasında kadın inşaat mühendislerinin sıkıntılarına da değinen SÜMER, “Şubemizin uzun yıllardır sağladığı birikimi içselleştirerek ve daha da zenginleştirerek geleceğe taşıyacağız. “İçselleştirerek aşma” tanımına uygun bir meslek örgütü gerçekleştireceğiz. Gençler, genç kadınlar başta olmak üzere birbirimizden öğreneceğiz, birbirimize öğreteceğiz. Karşımızda devasa bir müktesebat duruyor. Çok değerli bir deneyim var arkamızda. Bunu rehber kabul edip geleceğe hazırlanacağız. Çünkü öğrenmeye, dayanışmaya, birlikte yürümeye, omuz omuza vermeye ihtiyacımız var. Mesleğimizin ve meslektaşlarımızın sorunları ortada, devasa sorunlu bir alanda mesleğimizi icra ediyoruz. Çözülemeyen, çözülemedikçe büyüyerek geleceğe aktarılan sorunlar bulunuyor. Meslektaşlarımız işsizliğin, düşük ücretlerin, sağlıksız çalışma koşullarının, güvencesizliğin kıskacında. Mesleğimiz itibarsızlaştırılma, meslek örgütümüz işlevsizleştirilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Bunun önüne geçmek için diğer mühendislik meslek disiplinleriyle işbirliğini geliştireceğiz. Ağırlaşan ekonomik koşullar pek çok arkadaşımızı geçim sıkıntısı ile karşı karşıya bıraktı. Oda merkezimiz tarafından yapılan çalışmada görüldüğü üzere işsizlik önemli bir sorun olduğu görülmektedir. Bizler deprem, Kanal İstanbul Projesi, imar tartışmaları ve benzeri konulardaki hassasiyetimizi meslektaşlarımızın yaşadığı sorunların çözümüne dair girişimlerle dengeleyerek yolumuza devam edeceğiz. Hem kente ve ülkeye dair sorunların hem de mesleğin ve meslektaşların sorunlarının ortak çözümünde çatı olarak görülen İKK’daki varlığımız ve etkimizin artırılması gereken bir döneme girdiğimizin farkındayız. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından oluşturulan ve bizlerin katılımcılığına açık hale getirilen kanalların önümüzdeki dönemde daha da önem arz edeceğini görüyoruz. Bilgi birikimimizi kentimizin daha güvenli, daha sağlıklı hale getirilmesi yönündeki çalışmalara seferber edeceğiz. Meslektaşlarımızın daha donanımlı, daha nitelikli duruma getirilmesi için yer yer olanaklarımızı zorlayacağız. Meslek içi eğitim bağlamında hayata geçirilecek faaliyetlere ağırlık vereceğiz. Evet biz hazırız. Bunu hem kişisel öykümüze, yani hem mesleki hem de meslek odası geçmişimize, özellikle geride bıraktığımız çalışma dönemindeki performansımıza bakarak ifade ediyorum. Çağdaş İnşaat Mühendisleri aday listemizdeki tüm arkadaşlarımla, takım ruhu ile, geçmişimizden aldığımız güç ve geleceğe olan inancımızla biz hazırız. Etkileşim ve dönüşümü; mesleğimiz, meslektaşlarımız ve şubemiz için hayata geçirmek için sizlerin onayını istiyoruz. Konuşmama son verirken sizleri saygıyla, sevgiyle selamlıyor, genel kurulumuzun başarılı geçmesini diliyorum.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Çalışma Raporunun değerlendirilmesi bölümünde söz alan üyeler (Mehmet DOĞAN, Selçuk İZ, Rezan BULUT, Mustafa KELEŞ, Veyis ÖZCAN, Umut DAĞAR, Ömer Faruk KÜLTÜR, Oktay GÜLAĞACI, Hasan AKKAR, Murat ÖZER, Elif ERSOY, İsmail AY, Perihan YAĞCI, Hasan Alper ÇULHA, Özer OR, Ayşegül BİLDİRİCİ SUNA, Sefa Cihan HACIMUSTAFAOĞLU, Ezgi AYDIN, Emek YILMAZ, Batuhan DEMİRCİ, Fatih ECE, Ali Cihan ASLAN, Emin BATUR, Mustafa SÖZER) değerlendirmelerini yaptılar. Genel Kurul, Nusret SUNA’nın 47. Dönem Çalışma Raporu üzerine yapılan değerlendirmelere yönelik yapmış olduğu konuşma ile sona erdi.


İMO İSTANBUL ŞUBESİ 47.DÖNEM YÖNETİM KURULU BAŞKANI NUSRET SUNA'NIN 48. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU’NDA YAPMIŞ OLDUĞU KONUŞMA

Saygıdeğer Milletvekillerim,
Değerli Divan Üyeleri,
Değerli Meslektaşlarım, Değerli Konuklar,
Basınımızın Değerli Çalışanları,

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin 48. Olağan Genel Kurulu’na hoş geldiniz. Sizleri İMO İstanbul Şube 47. Dönem Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. Bugün 48. Genel Kurul için toplandık. Şimdiye kadar Şube ya da Oda merkezi tarafından örgütsel ya da mesleki-teknik konular bağlamında düzenlenen etkinliklerde pek çok kez bir araya geldik. Şube yetkili kurulları için yapılan seçimlere defalarca ayrı listeler halinde girdik. Genel kurul kürsüsünden farklı görüşlerimizi dile getirdik. Ülke ve dünyaya ilişkin farklı yaklaşımlarımızı ifade etmekten geri durmadık. Bu konular çerçevesinde tartıştık, polemik yaptık. Mesleki-teknik temalı sempozyum ve benzeri etkinliklerde de konuya farklı yaklaşımda bulunan, çözüm için farklı önerilere sahip arkadaşlarımız görüşlerini paylaştı. Farklı mesleki görüşlere ve dünya görüşüne sahip arkadaşlarımız özgürce kendi listelerini hazırlayıp seçimlere katıldı. Sevinerek ifade etmeliyim ki hemen hiçbirinde mesleğimizin saygınlığına gölge düşüren atmosferle karşı karşıya kalmadık. Herkes kürsüyü özgürce kullandı. Oy verdi, oy istedi. Demokratik teamüller her zaman yerine getirildi. Dile kolay, 1954’te başlayan bir örgütsel süreçten söz ediyorum. Bu durum şubemizin kazanç hanesine yazılmayı hak ediyor. 48. Genel Kurulumuzun da bu çerçevede cereyan edeceğine inanıyorum.

Madem tarihe dönük bir vurgu yaptım. Oradan devam etmeyi istiyorum. Bugün karşı karşıya kaldığımız sorunların kaynağını yine tarihimize bakarak görebiliriz. Bugün kendimize dert ettiğimiz, bir başka ifade ile gündemimizde yer alan pek çok konunun izini sürersek karşımıza bir Türkiye tablosu çıkacaktır. Elbette tablonun bir kısmında da meslek örgütümüz yer almaktadır.

Geçmişe baktığımızda meslek örgütümüzün meslek alanımıza ilişkin konulardaki öngörülerinin haklı çıktığını görmekteyiz. Bu sorunlar ve bu tartışmalar yeni değil. Hepsinin bir tarihi bulunuyor. Defalarca dile getirdiğim için burada ayrıntılarına girmeyeceğim, sadece hatırlatmakla yetineceğim. 1954 yılında kurulan bir meslek örgütü 1961 yılında Yapı Polisi önerisini geliştirmiştir. Yapı denetim sisteminin öncülü sayılan öneri ne yazık ki iktidarlar nezdinde karşılık bulmamıştır. Açık ki meslek örgütümüz o yıllardan başlayarak güvenli yapı üretimini gündemine almıştır. Öneriler bununla sınırlı değil elbette. 1968’de, 1972’de 1974’te, 1977’de, 1990’larda, 2000’lerde benzer öneri ve uygulamalar geliştirilmiş, hayata geçirilmiştir.

Tabii ki şu noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Meslek örgütümüz bu önerilerle kamuoyunun ve siyasi erkin karşısına çıkmış, önerileri karşılık bulmayınca, ifade yerindeyse iktidarlarla sert polemiklerde bulunmuştur.

Aynı şekilde Birinci Boğaz Köprüsüyle ilgili tartışmalarda, yine zamanın iktidarıyla çatışmıştır.
Kamu İhale Kanunu sayısız kere değiştirildiğinde, ormanlık alanlar ve su havzaları yok edildiğinde, deprem toplanma alanları ortadan kaldırıldığında, inşaat mühendisleri yapı üretim sürecinden ötelendiğinde, kamu ve yerel yönetimler kentlerimizi ve yapılarımızı deprem tehlikesini göre düzenlemediğinde, meslek odaları işlevsizleştirildiğinde, ekonomik sorunlar, enflasyon, gelir adaletsizliği ve eşitsizlik, mühendisler de dahil toplumun her kesimini etkilediğinde, eğitime yeterli kaynak ayrılmadığında, eğitimin niteliği düşürüldüğünde, demokrasi ve insan haklarına aykırı uygulamalar yaşandığında, ülkemizin ekonomik ve siyasi bağımsızlığı törpülendiğinde siyasi iktidarlara karşı durulmuştur. Örneğin mesleki ve bilimsel nedenleri dışında geçmişten gelen geleneğimizle, bu kadim kente karşı bağlılığımız, sorumluluğumuz, hassasiyetimiz nedeniyle Kanal İstanbul’a karşı çıktık. Aynı nedenle doğayı, ormanı, suyu yok eden HES’lere de itiraz ettik. Aynı nedenlerle de Marmaray projesini doğru bulduğumuzu da her yerde dile getirdik.

Değerli Katılımcılar,

Tarihe dönük örnekleri vermemdeki amaç şudur: Tarihimiz boyunca mühendisliğin temel ilkelerinden ayrılmadığımızı, başta meslek alanımız olmak üzere konulara bilimin penceresinden baktığımızı, bizlere yön veren ana etkenin kamu ve toplum yararı olduğunu vurgulamak istiyorum. Meslek örgütümüzün politikayla ilişkisini bu bağlamda ele alır ve dayanaklı kılarız.

Bu noktanın kontrollü ya da kontrolsüzlükle izah edilmesi siyasetin ne olup olmadığını bilmemekten daha çok mesleğimizin ruhuna uzak olmakla alakalıdır. Politikayla ilişkimiz net bir şekilde budur ve bu nokta bizler tarafından açıklıkla savunulmaktadır. Meslek alanımıza giren sorunlar siyasi iktidarların ideolojik-politik karar ve tasarruflarıyla, ekonomik-politik tercihleriyle doğrudan ilintiliyse ki böyledir zaten, politik kontrolün sınırı kendiliğinden açığa çıkmaktadır. Bütün bunlar meslek örgütü olmanın doğasında vardır. Bizim varlık nedenimizdir. Ve varlık nedeninin sınırı, kontrolü, haddi olamaz. Doğrusu neyse, gereken neyse hayata geçirilir. Bu konuyu tamamlamadan önce şunu belirtmeliyim ki meslek örgütümüz hiçbir zaman sadece eleştiren olmamıştır. Eleştirmiş ancak beraberinde çözüm önerileri de geliştirmiştir.
Depremden iş sağlığına, ulaşımdan geotekniğe kadar meslek alanımıza dahil hemen bütün konularda sempozyum, kongre, konferans, çalıştay düzenliyoruz. Uluslararası katılıma da açık bu etkinliklerde bilim insanlarını, üniversiteleri, uzmanları, uygulamacıları bir araya getiriyor ve oldukça verimli tartışmalar gerçekleştiriyoruz. Sorunları tespit ediyor ve çözüm önerileri üretiyoruz. Bütün bunları kamuoyuyla ve ilgili kamu kuruluşuyla paylaşıyoruz.
Şu soruları sormak durumunda kalıyoruz ister istemez. Eğer 1961 yılındaki Yapı Polisi önerisi iktidar tarafından uygulamaya alınsaydı ya da sonraki dönemlerde görülen yapı denetim hedefli girişimler kamu güvencesine kavuşturulsaydı 1999 depreminin yıkıcı etkisi azaltılır mıydı? Eğer Birinci Boğaz Köprüsüne dair itirazlar dikkate alınıp İstanbul kent içi ulaşımında toplu taşımaya önem verilseydi, yatırımlar ona yönlendirilseydi bugün İstanbul’da bir başka ulaşım tablosuyla karşı karşıya kalır mıydık?
Eğer dere yataklarının imara açılmaması için yoğun çaba harcayanların seslerine kulak verilseydi, su taşkınlarında ve yahut depremlerde bu kadar can ve mal kaybı yaşanır mıydı? Bugün de Kanal İstanbul’a dönük uyarı ve eleştirilerimizin doğruluğunun ne yazık ki kısa sürede açığa çıkacağını düşünüyoruz. Bu da bir varsayım değildir, bilim böyle söylemektedir.

Söz Kanal İstanbul’a gelmişken buradan devam etmek istiyorum. Kanal İstanbul gündeme getirildiğinde Şubemiz projenin olumsuzluklarını tartışmadan önce İstanbul’un asıl ihtiyacının ne olduğunu sordu.

Evet İstanbul’un ihtiyacı nedir? İstanbul’un karşı karşıya bulunduğu tehlike neyse, ihtiyacı da odur.
Kentimiz deprem tehdidi altındadır. Haliyle öncelikle bu kentin depreme hazırlanması birincil amaç olmalı, kamu kaynakları ve yaratılacak mali olanaklar bu doğrultuda kullanılmalıdır. Bırakalım olası bir depremin kanalla üçe bölünmüş bir kent için arz ettiği tehlikeyi, İstanbul’un depreme hazırlanması için seferberlik ilan edilmesi, merkezi ve yerel yönetim işbirliğinin sağlanması, bu ortaklığa vatandaşların katılması, mühendislerin örgütlü olduğu odalardan ve üniversitelerden katkı ve destek sağlanması ve tabii ki bu çalışmalar için kaynak yaratılması… İŞTE İSTANBUL’UN İHTİYACI BUDUR.

Bizim çılgın projelere değil yaşamın güvenli kılınmasına ihtiyacımız bulunuyor. Bizim yeni kentsel rant yaratacak projelere değil depremde başımıza çökmeyecek konutlara ihtiyacımız var. Ulusal ve uluslararası sermayenin ve iktidara yakın kişilerin projeye bir emlak ve rant kaynağı olarak yaklaştığı açığa çıktığına göre rahatlıkla ifade edebiliriz ki bizlerin İstanbul üzerinden birilerinin zenginleşmesine değil, depremde yıkılmayacak hastanelere, okullara, yurtlara, köprülere ihtiyacımız var.

Değerli Katılımcılar,

İhtiyacımız nedir sorusuyla bağlantılı bir başka soru vardır ki açıkçası daha can yakıcıdır. Bu soru şudur: İstanbul depreme hazır mı? Ne yazık ki buna olumlu bir yanıt vermek mümkün değildir. Evet İstanbul depreme hazır değil. Kentin yapı stoku güvenli olmaktan uzak. Bunun sübjektif bir yorum olmadığı da biliniyor. Yapılan araştırmalar, bina envanter çalışmaları, gözlemler bizleri bu gerçeğe ulaştırdı.

Projektörlerimizi mevcut yapı stokuna çevirirsek nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuz daha net anlaşılır.İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan Deprem Kayıp Tahmini kitapçığında yapı stokunun ayrıntılarına ulaşmak mümkün.

Bu stokun nasıl oluştuğuna bakalım. Binaların pek çoğu kaçak ve ruhsatsız, mühendislik hizmeti almamış, yapı denetim sistemine dahil olmadan üretilmiş, dönem dönem çıkartılan imar aflarıyla kalıcı hale gelmiş. Tabii yapı stokunda kaçak kat ve bölümlere ya da tadilatla ortadan kaldırılan kolonlara, kirişlere sahip binalar da bulunuyor.

Geliştirilen senaryolarda 48 bin binanın çok ağır ve ağır hasar göreceği, 48 bin binada yaklaşık 480 bin daire bulunduğu, bir dairede ortalama 3 kişinin yaşadığı varsayılırsa 1,5 milyon İstanbullunun can güvenliğinin doğrudan tehlikede olduğu vurgulanıyor. Bu tablonun kabul edilebilir, kaldırılabilir, telafi edilebilir tarafını bulmak mümkün değildir. Bizler her platformda, her fırsatta, her olanakta bunu ısrarla vurguluyoruz.

İSTANBULLULARIN HAYATI TEHLİKE ALTINDADIR.

Büyükşehir Belediyesi tarafından geliştirilen senaryoda başka veriler de bulunuyor. Olası bir depremde binaların yüzde 22,6’sının yıkılacağı, 25 milyon ton enkaz oluşacağı, yolların yüzde 30’unun kapanacağı; 463 içme suyu noktasının, bin 45 atık su noktasının ve 355 doğal gaz noktasının hasar göreceği, toplamda 120 milyar TL yapısal ve yapısal olmayan ekonomik kayıp yaşanacağını’ kaydediliyor. Bu tespitten sonra şu soruyu sormak gerekiyor: İstanbul yapı stoku depreme hazır değil. Bu açık zaten ama peki kent hazır mı?

• Merkezi ve yerel yönetimlerin deprem sonrasına dair akılcı, uygulanabilir, gerçekçi bir senaryosu var mı?
• Varsa İstanbullular neden bilgilendirilmiyor?
• Deprem toplanma alanları ne durumda, mevcutlar ihtiyacı karşılayacak mı?
• Deprem sonrası milyonlarca insanı nerede nasıl barındıracaksınız?
• Milyonların barınma, beslenme, ısınma gibi temel ihtiyaçlarını nasıl karşılamayı düşünüyorsunuz?
• Deprem sonrası kullanılacak güzergahlar güvenli ve açık kalacak mı?
• On binlerce binanın yıkılacağı bilindiğine göre arama kurtarma çalışmaları nasıl ve kimlerle yapılacak?
• Yeterli kadro ve ekipman mevcut mu?
• İletişim altyapısı depremi hasar almadan atlatacak mı ve kullanılabilecek mi?
• Sağlık kurumları ve sağlık personeli yeterli mi?

Bu soruların rahatsız ettiğinin farkındayım. Ancak gerçekleri görmezden gelerek sonucu değiştirmek mümkün değildir. Bakınız son 2-3 sene içerisinde İstanbul’da deprem görmeden, kendiliğinden kaç bina yıkıldı? Kartal’da, Beyoğlu’nda, Bağcılar’da Z.Burnunda binalar göçtü, can kaybı oldu. Eğer İBB’nin çalışmasındaki veriye göre yaklaşık 48 bin bina depremde göçme tehlikesi altındaysa, Kartal’daki can kaybından yola çıkarsak tahayyül bile edemeyeceğimiz düzeyde can kaybı yaşayacağımızı bilmemiz gerekiyor. İŞTE BU BİNALARIN GÜVENLİ HALE GETİRİLMESİNE İHTİYACIMIZ BULUNUYOR, KANAL İSTANBUL’A DEĞİL.
Kanal İstanbul’a ne sadece bütçesi ne de rant yaratma potansiyeli nedeniyle karşı çıkmadığımız bilinmelidir.

Profesör Doktor İlhan Avcı Hocamız Kanal İstanbul Projesini değerlendirirken çok önemli ve özlü bir yaklaşım sergiledi. Sevgili hocamız dedi ki, “şehir şu an batan bir gemidir ve bu yükü kaldırması mümkün değildir”. Temel sorun budur öz itibariyle.

Buradan bir kez daha sesleniyorum: İSTANBUL’DAN ELİNİZİ ÇEKİN. İSTANBUL’A VE TARİHE İHANET ETMEYİN. KENTİN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNÜ SAĞLAYIN VE DAHA YAŞANABİLİR BİR KENT YARATIN.

Değerli Meslektaşlarım,
Değerli Katılımcılar,

İstanbul’un tek sorunu deprem değildir. Malum olduğu üzere ulaşım da kentin başlıca sorunları arasındadır.
Ocak ayı içerisinde iki günlük kar yağışı ulaşım sorununu bir kez daha göz önüne serdi. Hepimiz yaşadık, aramızda yolda kalanlar, mağdur olanlar mutlaka vardır. Kar yağışıyla birlikte hayat adeta durdu, trafik kilitlendi. İnsanlar işyerlerinde mahsur kaldı. Hepsinden önemlisi medarı iftihar olarak tanıtılan yeni havalimanı birkaç saat içinde çalışamaz hale geldi. İşin ironik yönü, iktidarı temsilen kente gelen bakanları taşıyan uçak, yine iktidar tarafından tasfiye edilmek istenen Atatürk Havalimanı’na inebildi.

O olayda ironi yapılabilir ancak İstanbul’un sorunları ironi yapılamayacak derecede gerçektir. Kar yağışını bir tarafa bırakalım. Nihayetinde aşırı kar yağışı durunca kentin yavaş yavaş normale dönmesi beklenir. Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen aşırı kar yağışında İstanbula giriş çıkışların açılması için 48 saatin üzerinde zaman geçmesi gerekmiştir.

Peki olası bir depreme İstanbul nasıl bir tepki verecektir? Kurtarma ekipleri nereye nasıl ulaşacak, yaralılar hastaneler nasıl taşınacaktır? Açıkçası deprem sonrası görüntü kar yağışı sonrası görüntüsüyle karşılaştırılmayacak derecede olumsuz olacaktır.

İETT 2021 verilerine göre İstanbul’da kenti içi ulaşımın yüzde 20’si raylı sistem tarafından karşılanmaktadır. Sorunun asıl kaynağı buradadır. Yüzde 80 oranı ise kar yağışında ya da depremde, trafiğin durma noktasına gelmesinin sebebidir. Başından beri, yani Birinci Boğaz Köprüsü tartışmaları başladığından bu yana ısrarla asıl yatırımların toplu taşımacılığa, raylı sisteme yönelmesi gerektiğinin altını çizdik. Bu ısrarımız çarpıtırılarak bizlerin köprü yapımına karşı olduğu gibi bir algı yaratıldı.
Belgeleri bulunmaktadır. Birinci Boğaz Köprüsüne itirazımızın odak noktasında bu konu yer almaktaydı. Toplu taşımacılığa önem verilmesini, aksi durumda yeni boğaz köprülerinin yapılmasının kaçınılmaz olduğunu ifade etmiştik. Nitekim bütün itirazlarımız dayanaklı çıktı, doğrulandı. Önce ikincisi, sonra üçüncüsü yapıldı. Zihniyet değişmezse, ulaştırma mühendisliğinin gerekleri yerine getirilmezse ne köprülerin sonu gelecektir ne de kent içi ulaşım rahatlayacaktır. Kent içi ulaşıma dair öngörülerimizin doğru çıkması ayrı bir konudur. Bu durumdan hoşnut olduğumuz sanılmasın. Ulaşım, inşaat mühendisliğinin alt disiplinleri arasında yer almaktadır. Kent içi ulaşım bir bilim dalıdır. Bilim ne söylüyor, hangi noktaya işaret ediyorsa, ona yönelmek gerekmektedir.

Değerli Meslektaşlarım,
Değerli Katılımcılar,

Bilindiği gibi Oda merkezimiz meslektaşlarımız arasında bir çalışma gerçekleştirdi. Çalışma, içinde bulunduğumuz durumu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkardı. Çalışmanın ismi Türkiye’de İnşaat Mühendisleri Gerçeği: İş, İstihdam ve İşsizlik. Bu raporda bizim gerçeğimiz bulunuyor. Bakın neler var raporda. Her iki mühendisten biri 4 bin 200 liranın altında ücret alıyor.

Kadın ve gençler başta olmak üzere meslektaşlarımızın 27,5’u asgari ücretin altında bir ücretle çalışıyor. Çalışmanın yapıldığı zaman diliminde meslektaşlarımızın yüzde 28,2’sinin işsiz olduğu anlaşılıyor. Ayrıca meslektaşlarımızın yüzde 70,6’sının değişik sürelerde işsiz kaldığı, yüzde 48,2’sinin bir yıldan uzun, yüzde 9,9’unun ise üç yıldan daha uzun süre işsiz kaldığı görülüyor. Örneğin salgın döneminde her on meslektaşımızdan sekizinin ailesinden veya arkadaşlarından biri ya da daha fazlası işsiz kalmış. Salgının tetiklediği ekonomik kriz meslektaşlarımızı doğrudan ya da dolaylı etkilemiş olduğu anlaşılıyor.

Çalışmanın duygusal açıdan en etkileyici verisi ise şu: 24-34 yaş arası meslektaşlarımız arasında yurtdışında çalışma isteği yüzde 84 civarında çıkıyor. Bir umutsuzluk hali bu. Değişmesi gerekiyor. Bu psikolojik durumun niteliği olumsuz yönde etkilediğini söylemek bile gerekmiyor. Çalışmada başka veriler de bulunuyor. Alıp okumanızı, incelemenizi isterim. Canımızı acıtan bir başka konu daha bulunuyor. 2006 yılında mühendis asgari ücreti 857 dolar iken, Kasım 2021’de 392 dolara gerilediği görülüyor. Bunun adını koyalım. BU ACIMASIZCA YOKSULLAŞTIRMADIR.

Değerli Meslektaşlarım,

Peki gençler nasıl bir eğitimden geçiyor? Eğitim nitelikli mi? Okul kontenjanları ile istihdam arasında bir uyum var mı? Bütün bunlar bir başka sorunlu alana işaret ediyor. Öncelikle şu ifade edilmelidir. İnşaat mühendisliği eğitimi, birkaç köklü üniversite hariç ki, oralarda da son yıllarda gözle görülür bir kayıp vardır, nitelikli olmaktan uzaktır.
Pek çok yerde liseden bozma binalarda eğitim verilmektedir. Laboratuvar ve staj olanakları kısıtlıdır. Ders kitapları hem pahalı hem de müfredat ve uygulama ile birebir örtüşmemektedir. Altyapı sorunları vardır. Hemen her ile üniversite açıldığı, her üniversitede inşaat bölümü olduğu bilinmektedir. Bu durum zincirleme sorunlara yol açmaktadır. Öğrenci ile öğretim üyesi sayısında uçurum bulunmaktadır.

Bütün bunlar eğitimin niteliğini aşağıya çekmektedir. Ancak okul kontenjanları ile istihdam arasındaki uçurum sadece niteliği düşürmekle kalmamakta genç meslektaşlarımızı işsizlik ve düşük ücretlere mahkûm etmektedir.

Bu durumla ilgili geçmişten bugüne Oda merkezimiz ve üst birliğimiz TMMOB tarafından YÖK nezdinde girişimler yapılıyor. İşin tuhaf tarafı, öyle bir sistemsizlik var ki bir taraftan istihdam ile kontenjanlar arasındaki uçuruma dikkat çekerken diğer taraftan bazı inşaat bölümlerinde kontenjanlar boş kalıyor.
Zorlu günlerden geçiyoruz. Gönül isterdi ki geçmiş zaman kipi kullanarak yaşananları değerlendirelim. Maalesef kovit salgını devam ediyor. Ve yine maalesef ölümler hâlâ yüzlü sayılarla ifade ediliyor. Ölümü sayılarla ifade etmek insani değil ancak karşı karşıya bulunduğumuz durumun anlaşılması açısından önem arz ediyor. Tam da bu noktada salgın şartlarına rağmen, özellikle şantiyelerde çalışmaya, üretmeye devam eden hem meslektaşlarımızı hem de sektörümüzün diğer paydaşlarını bir kez daha selamlıyorum. Tabii bu bizlerin tercihi değildi. İktidar vatandaşlarının hayatını riske atmakta sakınca görmedi. Bırakalım insanın ve ekonominin temel ihtiyaçlarının karşılanması doğrultusunda üretim faaliyetinde bulunan işletmeleri, şantiyelerin bile geçici bir süre durdurulmasını göze alamadı.
Biliyorsunuz, şantiyelerdeki çalışma koşullarının sağlıksızlığı üzerine defalarca kamuoyunu uyardık, önlem alınmasını istedik. Şantiyelerin durumu ile ilgili bir rapor hazırlayıp kamuoyuyla paylaştık. İşyeri ile sınırlı önlemlerin, işe gidip gelirken toplu taşımanın kullanılması nedeniyle sonuç değiştirici olduğunu da görmek gerekiyordu ancak işyeri bazlı önlemler salgın yoğunluğunu azaltırdı. Bizim dikkat kesileceğimiz nokta salgın süresince devletin vatandaşlarını maddi açıdan ne oranda desteklendiğidir. Örneğin 2021’in Mayıs ayı baz alındığında Türkiye’nin milli gelirinin 1,1 ini nakit ya da sosyal yardım olarak vatandaşlarına dağıttığı biliniyor.Gelişmekte olan ülkelerde bu oran yüzde 3,5 civarında. Gelişmiş ülkelerde ise 12,5 olarak gerçekleşmiş. Ülkemiz ancak milli gelirinin 1.1’ini nakit para yardımı sosyal yardımlar için dağıtmıştır ki, diğer ülkelerin oranlarına bakılırsa Türkiye’nin bizlere verdiği değer daha net görülebilir. Bu oranla Meksika ve Türkiye’nin ortaklaşa son sırayı paylaştığını üzülerek dikkatinize sunuyorum. Hemen belirtmeliyim ki Türkiye’nin verdiği yüzde 1,1’lik desteğin, yüzde 89’u işletmelere, ancak yüzde 11’i doğrudan vatandaşlara yapılmış.

Son çalışma dönemine salgın damgasını vurdu diyebiliriz. Şubemiz bütün olumsuz şartlara rağmen faaliyetlerine devam etti. Burada fedakârca çalışan başta yönetim kurulu üyesi arkadaşlarıma, kurul ve komisyon üyesi arkadaşlarımıza ve tabii ki personelimize teşekkür etmek istiyorum. Olağandışı koşulları makulleştirmeye azami gayret gösterdik. Bazı noktalarda eksikliklerimiz, ihmallerimiz olabilir. Bunun için de affınıza sığınmak isterim.

Ancak ifade etmeliyim ki salgın günlerinde Oda merkezimiz tarafından başlatılan;
• “HER ŞANTİYEYE BİR ŞEF” kampanyası,
• Mühendislik fakültelerindeki kontenjanların azaltılmasına dönük girişimler,
• “GEÇİNEMİYORUZ” başlıklı kampanya çerçevesinde mühendislerin ekonomik durumuna dair gerçeklerin kamuoyuyla paylaşılması,
• Birliğimizin başlattığı "EMEĞİMİZE, MESLEĞİMİZE, HAKLARIMIZA SAHİP ÇIKIYOR, SORUNLARIMIZA ÇÖZÜM İSTİYORUZ” kampanyasına verilen destek,
• Bunun yanında özellikle İstanbul’un depreme hazırlanması doğrultusunda mesleki-teknik açıdan kamuoyunun bilgilendirilmesi,
• İstanbul’un sorunlarının çözülmesi amacıyla yerel yönetimler tarafından başlatılan faaliyetlere verilen katkı,
• Meslektaşlarımızın daha donanımlı hale getirilmesi için hayata geçirilen program

Şubemizin mesleğe ve meslektaşlarına dönük sorumluluğunu olanakları ölçüsünde yerine getirdiğinin göstergesi sayılmalıdır.

Değerli Katılımcılar,

Son yılda sadece salgın ve etkileri değil ekonomik kriz de belirleyici oldu. Enflasyon, zamlar, geçim sıkıntısı, sektörlerin derin krizi, yeni yılda daha da ağırlaşarak devam ediyor. Dövizdeki yükselişe, bir başka ifadeyle liranın değer kaybına bağlı olarak alım gücü kayda değer ölçüde düştü. Bu üretimin de daralmasına neden oldu. Elektrik ve doğalgaza yapılan insafsız zam hayatı çekilmez hale getirdi. Diğer taraftan baş gösteren enerji krizi üretime yansıdı.

Ekonominin motoru gibi ilan edilen inşaat sektörü çok dar bir grubun zenginleşmesine yol açtı. “Büyüyen” sektörün ana bileşeni olan inşaat mühendisleri daha da yoksullaştı. Mühendisler de dahil üretim paydaşlarını ucuz işgücü olarak uluslararası sermayeye pazarlanma stratejileri konuşulmaya başladı.

Evet zor zamanlardan geçiyoruz. Çalışma alanlarımız daraltıldı. Bütün ulusal değerler sermayeye peşkeş çekildi. Üretime dayalı ekonomiden vazgeçildi. Özelleştirmeler ve özellikle yabancı sermayeden gelen sıcak paranın kurduğu egemenlik, satacak bir şey kalmadığı için sarsılmaya başladı. Halk temel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaklaştı. Zengin daha zenginleşti, yoksul daha yoksullaştı. Kamuda çift maaş, hatta üç maaş alanların isimleri çarşaf çarşaf yayınlandı.

Geniş kesimler günlük nafakasının derdindeyken kamu yöneticilerinin aklın ve ülkenin olanaklarını zorlayan harcamalar yaptığı ortaya çıktı.Yargının bağımsızlığını yitirdiğine, yasadışı ilişkilerinin belirleyici olduğuna dair iddialar dayanaklı hale geldi. Suç örgütü liderinin açıklamaları vahametin derecesini gözler önüne serdi. “Tek adam” rejimi sadece ekonomiyi batırmakla kalmadı, onunla doğrudan bağlantılı olacak şekilde demokrasiyi de rafa kaldırdı. Dünya nüfusunun yüzde 1’nin elinde bulundurduğu servet, geriye kalan yüzde 99’un elinde bulundurduğu servetin iki katını yakalamış durumda. Pandemi nedeniyle daha da görünür hale geçen sınıflar arasındaki uçurumun bir benzeriyle de biz karşı karşıya kaldık. Bırakalım işsizleri, sefalet ücretiyle geçinmeye çalışan emeklileri, çalışan nüfusun yüzde 44’ünün asgari ücretle çalıştığı bir ülkede toplumsal refahtan, eşitlikten söz etmek mümkün olabilir mi?

Ekonomik krizi çözemeyen, enflasyonu durduramayan iktidar, hakimiyetini baskı ve zor aygıtını devreye sokarak devam ettirmek istiyor.Gazeteciler, muhalif siyasiler tutuklanıyor. Hak arama eylemleri, barışçı gösteriler bile şiddetle bastırılıyor. OHAL rejimi olağanlaştırılıyor. Muhalif basın yayın kuruluşları para cezalarıyla, ekran kapatmalarla susturulmak isteniyor. Gelinen noktada iktidar sözcüleri bile tarafsız medyadan, bağımsız yargıdan, bağımsız denetim mekanizmasından söz edemiyor. Parlamenter demokrasinin devre dışı bırakıldığı, parlamentonun işlevsizleştirildiği, kamuda liyakat sisteminin rafa kaldırıldığı, bütün karar ve tasarrufların tek adamın elinde toplandığı bir dayatma sistemle karşı karşıyayız.

Ne yazık ki dayatmanın bir yönünü de Cumhuriyet kazanımlarını yok etme, Cumhuriyetin kurucu kadrolarını itibarsızlaştırma girişimleri bulunuyor. Kendileri gibi düşünmeyen, giyinmeyen, alışkanlıkları farklı vatandaşların özel alanlarına müdahaleye, ülkenin kültürel kodlarını değiştirmeye, iktidar partisinden olmayan yerel yönetimlerin elini kolunu bağlamaya, yönelik girişimler hızla artıyor. Sanatçılar, gazeteciler tehdit ediliyor, şiddete uğruyor. Elbette Birliğimizin baskıcı rejimden nasibini almaması mümkün görünmüyor. Henüz net bir gelişme kaydedilmemiş olsa da Birliğimizin adı verilerek mevzuat değiştirileceğine dair söylem, demoklesin kılıcı gibi meslek örgütlerinin üzerinde tutuluyor.

Değerli Konuklar,
Değerli Katılımcılar,
Değerli Meslektaşlarım,

Bugün 48. Genel Kurul için toplandık. Bir taraftan sorunlarımızı tartışacağız diğer taraftan önümüzdeki çalışma döneminde çalışacak olan yetkili kurulları belirleyeceğiz. Biliyorsunuz üç dönemdir şube başkanlığı görevini sürdürüyorum. Önümüzdeki dönem için aday değilim. Bu nedenle genel kurul benim açımdan hayli duygusal özellikler taşıyor. Üç dönem şube başkanlığı yaptım, ondan önce yönetim kurulu üyesi olarak mesleğe hizmet etmeye çalıştım. Bu zaman zarfında şubede ve Oda merkezimizde faaliyeti yürütülen pek çok kurul ve komisyonlarda görev üstlendim.

Evet duygusal bir atmosferle karşı karşıyayım. Ancak daha ziyade şu noktayı önemsiyorum. Şubemiz bundan sonra da yürüyüşüne liyakate sahip, donanımlı kadrolarla devam edecektir. Kamu ve toplum yararını gözeten mühendislik anlayışından uzaklaşılmamasını, geleneğe sahip çıkılmasını, mesleki etik ilkelere sıkı sıkıya bağlanılmasını, mesleğimizin ve meslektaşlarımızın sorunlarının çözümünün şimdiye kadar olduğu gibi temel mücadele konusu yapılmasını temenni ediyorum.
Ülkemizin, vatandaşlarımızın böyle bir meslek örgütüne ihtiyacı bulunuyor. Şube genel kurulumuzun bu ihtiyacı karşılayacağına inanıyorum. Hiç şüphe yok ki bu bir bayrak yarışıdır. Eksiğiyle, gediğiyle bayrağı teslim etme günü geldi çattı. Görev sürem boyunca hatam olduysa, istemeden kalbini kırdığım arkadaşlarım varsa aflarına sığınıyorum. Görev alacak arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Her daim yanlarında olacağım.

Konuşmama son verirken sağlıklı günler diliyor, sizleri saygı ile selamlıyorum.

SEÇİMLER:
İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 48’inci Dönem Olağan Genel Kurulu çerçevesinde yapılan Seçimler 13 Şubat 2022 tarihinde Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapıldı. Seçimlere Çağdaş İnşaat Mühendisleri ve Uygarlık Mühendisleri katıldı. Seçimde Çağdaş İnşaat Mühendisleri 2562 oy alırken, Uygarlık Mühendisleri 1454 oy aldı.



  • 01.jpg
  • 02.jpg
  • 03.jpg
  • 04.jpg
  • 05.jpg
  • 06.jpg
  • 07.jpg
  • 08.jpg
  • 09.jpg
  • 10.jpg
  • 11.jpg
  • 12.jpg
  • 13.jpg
  • 14.jpg
  • 15.jpg
  • 16.jpg
  • 17.jpg
  • 18.jpg
  • 19.jpg
  • 20.jpg
  • 21.jpg
  • 22.jpg
  • 23.jpg
  • 24.jpg
  • 25.jpg
  • 26.jpg
  • 27.jpg
  • 28.jpg
  • 29.jpg
  • 30.jpg
  • 31.jpg
  • 32.jpg
  • 33.jpg
  • 34.jpg
  • 35.jpg
  • 36.jpg
  • 37.jpg
  • 38.jpg
  • 39.jpg


TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası